Emekli öğretmen Pilot Necmi Şen, şu an 75 yaşında ve Datça'da yaşıyor. Havacılığa gönül vermiş birçok insanın duayen hocası olan Necmi Şen, 35 yıldır hem havayollarında hem de amatör havacılara öğretmenlik yaptı. Şu an havayollarında uçan birçok pilotun da hocası... Ömrünü sivil havacılığın gelişmesine adamış bir kişi olarak Necmi Şen'in sportif havacılığa ilişkin anılarından havacılık tutkunları mutlaka önemli dersler çıkaracaktır.
Airkule.com
1985 YILI
Hava Harp Okulunda filo komutanıyım (O gün ki adıyla tabur komutanı)… Okul arkadaşım Metin Aydemir (Hatırladığım tüm isimleri belirteceğim, olaya katkısı olan herkesin bilinmesini istiyorum) tarafından Hava Askeri lisesinden ayrılan Emre Ilgazer’le tanıştırıldım. Emre bir gün “tatil” adında fuar açıldığını burada havacılıkla ilgili sergiler olduğunu görmek isteyeceğimi söyledi. Fuara gittik, havacılıkla ilgili video gösterilen ve benim daha önce bilmediğim bir takım aletlerle uçulan stant vardı. Standın sahibi Haşmet Topçuoğlu idi. Türkiye’de de bu tür iş yapmak istiyormuş. Benim pilot ve uçuş öğretmeni olduğumu öğrenince fazlaca ilgilendi. Emekli olacağımı öğrenince de okula haftada üç dört gün ziyaretime gelmeye başladı. Her defasında birlikte bu işi yapmamızı teklif ediyordu. Konuyu inceliyorduk.
Haşmet’in beni ziyarete geldiği bir gün; Çetin Şaman adında makine mühendisi fabrika sahibi bir kişinin Almanya dan “Ultralight” getirdiğini, (Fuarda videoda gördüğüm uçan aletlerden) uçmak istediğini, gidip görmemizi istedi. Samandıra’da olan fabrikaya gittik, Çetin Beyle tanıştık. Aleti gördük; alet alüminyum borular, bez kaplamalar ve ambalajında küçük bir motordu. İki kişinin uçabileceği çift kumandalı Ultralight’ın markası Sherpa II idi.
Kısa bir sohbetten sonra Çetin Bey, “Necmi Bey bana tarif etseniz, fabrikanın önünden uçarım” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim, kısaca uçmak için eğitim almanın gerektiğini, uçuşun farklı bir olay olduğunu anlatmaya çalıştım. Çetin Bey “Ama ben daha gençken motosiklet aldım, binmeyi bilmezken eşimi de arkama bindirerek Avrupa turuna çıktım” dedi. Zorla eğitim almadan uçulamayacağına ve fabrikasının önünün de uçuş için uygun olmadığına ikna ettik. (Halbuki ÇetinBey, yedi ülkeye kendi buluşu olan makinelerin lisanslarını satmış, buluş sahibi başarılı bir mühendisti. Amatör uçuculara birlikte olduğumuz sürece şunu anlatmaya çalıştım: Uçanın, uçağın ve uçulacak havanın belirlenmiş limitleri vardır. Bunlardan bir tanesine uyulmazsa büyük olasılıkla kaza olur. Nitekim ÇetinBey uçağının limitlerini aşan türbülanslı bir havada uçarak hayatını kaybetti. (Ben o dönem yurt dışındaydım.)
Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Ahmet Çörekçi’den özel izin alarak Hava Harp Okulu’na ait olan Yalova askeri meydanında uçmaya başladık.
İlk gün demonte ultralight’ı bir kamyonetin arkasına koyarak havaalanına getirdik. Kitabına bakarak ve hep birlikte yardımlaşarak kurduk. Üstü açık, kabini olmayan, sürat saati tüp şeklinde, motor devrini gösteren saatinden başka uçuş aletleri olmayan otuz beş beygir gücünde tepeden motorlu bir alet. Bize yabancı olmayan ise kumandaları idi. Lövye, direksiyon ve gaz kolu vardı.
Bacanağım Korgün Öztopçu (O da pilot ve uçuş öğretmeni) ile ultralight’a bindik motoru çalıştırıp piste çıktık, kitaba göre kontrolleri yapıp pistte koşturmaya başladık. Kumandalar bizim bildiğimiz gibi ve bize itaat ediyor. Uçağı pist üzerinde birkaç metre yükseklikte biraz uçurdum. Uçabileceğimize emin olunca tekrar pist başına gelerek kalkış yaptık. Bir tur attıktan sonra inişe geldik birkaç iniş yaparak ikimiz de uçağı tanıdık.
Çetin Beyi , Haşmet’i ve bazı kişileri daha uçurdum. (Çetin Bey eğitimsiz uçulmayacağına tam ikna oldu)
Emre Ilgazer de oradaydı. Pilot olduğunu, lisansını Fransa’dan aldığını ve uçmayı bildiğini söyleyerek uçmak istedi. Korgün’den birlikte uçmalarını rica ettim. Sorunsuz olara kalktılar, inişe geldiler, durmadan tekrar kalkışa başladılar yerden kesildiler ve sol tarafa yıkılarak düştüler. Allahtan kendilerine bir şey olmadı. Uçakta bazı yerler kırıldı. İlk gün uçuş maceramız sona erdi. Emre pilot olduğunu söylediği için Korgün boş bulunmuş. Emre de uçağın havada tutunabilmesi gerekli sürat gelmeden uçağı kaldırdığından uçak havada tutunamamış ve düşmüşler. (Emre daha sonra birkaç uçak daha kırdı. Allahtan şanslı hala yaşıyor.)
Uçağın parçaları Almanya’dan geldi. Tekrar kurduk ve Yalova uçuşlarımız devam etmeye başladı. Sabah erkenden arabayla Yalova’ya geliyoruz, hava durumu uygunsa (Özellikle rüzgar, çünkü uçağın kitabı rüzgar limitlerini ve türbülans limitlerini veriyor bunların üstünde uçulmamasını istiyor.) uçuyoruz, değilse bekleyip geri dönüyoruz. Bu durumdan yeni uçanlar şikayetçi, zaman, zaman beni zorluyorlar, fakat hiç şansları yok kesinlikle limitleri zorlamıyor ve zorlatmıyorum.
Yaklaşık yedişer saatlik eğitim uçuşları sonunda Çetin Bey ve Haşmet yalnız uçuyor. Geleneği yerine getiriyoruz onları hortumla ıslatıyoruz. Çok sevinçli ve mutlular… (Bu arada belirtmeliyim ki, Haşmet uçuş konusunda çok yetenekli.) Elbette öğretici olarak ben de mutluyum.
Yalova’da birçok kişiyi uçurduk. Sonradan bize çok yardımcı olduğu için bir kişiyi ismen belirtmek istiyorum: Orgeneral Necip Torumtay… Biz uçurduğumuz dönemde kendisi Birinci Ordu Komutanıydı. Daha sonra Genelkurmay Başkanı oldu. Jet uçuşlarını da tamamlayarak jet pilotu brövesi aldı. Uçuşa müthiş yeteneği vardı,
Bir de kaza hikayemiz var: Haşmet’le deniz üzerinde kıyıya paralel uçuyoruz. Hava güzel, neşemiz yerinde, altımızda sürat motoru gidiyor, ona dalıp çıkıyoruz. Tam dalışın birisinden çıkarken, Haşmet “Abi şimdi motor durursa ne yaparız” dedi ve motor durdu. “İşte yapacaklarımız” diyerek, kıyı tarafına döndüm, havada tutunma süratini tutacak şekilde süzülerek kıyıya yaklaştık ve yüzen insanların arasına mecburi iniş yaptık. Hayır, bu bir mecburi iniş değil, adeta kapaklanmaydı… Şansımız vardı su boyumuzu geçmiyordu. Battığımız yerden çabucak su üstüne çıktık. İkimiz de sağlamdık ve uçağın büyük bölümü suyun dışındaydı. Çok kısa zamanda uçağı sudan çıkarıp havaalanına götürdük, tatlı suyla temizleyip uçar duruma getirdik. Burada anlatmam gereken iki şey var: Birincisi; yeni altimetre (Yükseklik ölçme aleti) almıştık ve henüz uçağa takamamıştık, birimizin cebindeydi. İlk sorumuz “Altimetre duruyor mu” oldu. İkincisi; Çetin Bey yalnız uçuşu şerefine bana Almanya’dan hediye olarak fotoğraf makinesi getirmişti, o da cebimde idi. Maalesef tuzlu sudan etkilenerek bozuldu, çok üzüldüğümü gören Çetin Bey aynı makineyi tekrar getirdi.
2 Nisan 1985
Emekliliğim onaylandı. Artık sivildim. Haşmet “Bir şirket ve sportif havacılık işletmesi kuralım, bunun içine ilgilenen arkadaşları da katalım” dedi. Bunun üzerine Emre ve onunla birlikte Askeri Hava lisesinden ayrılan üç arkadaşa daha teklif ettik, önce kabul ettiler fakat son anda vazgeçtiler. Haşmet’le yalnız kalmıştık. Çetin Bey’e teklif ettik sembolik bir hisse ile katıldı. Haşmet, eşi Yasemin ve ben şirketi kurduk. Benim durumum; yüzde kırk hissem olacak, herhangi bir para katılımında bulunmayacağım, işletme müdürü ve öğretmen olarak maaşım olacak.
Samandıra’da bir tarla kiraladık. (Kara Kuvvetlerine ait havaalanın doğusunda) Horasan toprağından bir pist, uçak park yeri ve park yerinin yanına hangar ile küçük bir idare yeri yapmaya başladık.
Bedrettin Dalan’a gittim
Kartal belediyesi zabıta ekibi, bölgenin imara açık olmadığını söyleyip yapılanları durdurdu ve mühürledi. O zamanın Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ı tanıyordum. Kendisi askerliğini havacı olarak bizim bulunduğumuz birlikte yapmıştı. Uçucuları ve uçuşu çok seven birisiydi. Boş zamanlarının tümünü biz pilotlarla geçirirdi. Bu özelliklerini bildiğim ve tanıdığım için kendisine gittim. Durumu anlattım. Türkiye de sportif havacılığın başlangıcı olacağımızı, gelecekte konunun çok gelişeceğini, buna ön ayak olursa katkısının çok büyük olacağını anlattım. Bize inandı ve Kartal Belediye Başkanını arayarak inancını ona da anlattı. Bize yardımcı olmasını istedi. O andan sonra Kartal belediyesi zorluk çıkarmadı hatta yardımcı oldu. İnanıyorum ki Bedrettin Dalan olmasaydı sportif havacılığın Türkiye’de başlaması çok zordu.
Kuruluşumuzun adı Gökkuşağı Sportif Havacılık… Sıra izinleri almaya geldi. Konu Türkiye için çok yeniydi. İlgili mevzuat ve bilen hiç kimse yoktu. Uçuş ve meydan işletme izinlerinin Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınması gerekiyordu. Çevremizdeki hatırlı kişilerin aracılığı ile uygun randevuları alarak, ilgili kişilere durumu anlatabildik, izinleri aldık. Hatta Ultralight uçuş yönetmeliği olan SHY-6C’yi, birkaç ülkenin yönetmeliklerini örnek alarak hazırlayıp Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne verdik.
Hüsran!..
Bir Cumartesi günü açılışı yapacağız, İstanbul’un en büyük ikram şirketiyle anlaştık, basına haber verdik ve birçok davetlimiz var… İlgi fazla. Açılışın bir gün öncesi Cuma akşamı eve geldim. Bir telefon; “izinleriniz Genelkurmay Başkanlığı tarafından iptal edildi.” Nedenini bile söylemediler. Ertesi gün davetliler ve basın geldi. Durumu anlattık, ikramlarımızı yaptık. Pazar günü basında şu haber çıktı: Açılmadan Kapanan Uçuş Okulu…
Otuz iki gün sonra gene hatırlı kişiler aracılığı ile (Bunlardan en önemlisi Konsey üyesi Oramiral Nejat Tümer’dir.) Genelkurmay’a ulaşabildik. Daha önce ultralight ile uçtuğumuz Orgeneral Necip Torumtay’ın da yardımları ve desteği ile durumu anlatıp izinleri tekrar alabildik. Bizim tesisin batısındaki askeri havaalanında helikopter filo komutanlığı var. Filo komutanı Yarbay Faruk Kasap (Zarar verenlerin isimlerini belirtmekte yarar var)… Genelkurmayı bizim uçuşlarımızın, kendi uçuşları için çok tehlikeli olacağına bu uçuş kuruluşunun burada olmaması gerektiğine inandırmış ve iznimiz iptal edilmiş. Genelkurmay’a dünyadan ve ülkemizdeki örneklerle (Birbirine yakın birçok havaalanı olduğunu) anlatarak iznimizi tekrar aldık.
Uçuşlar başladı. İlgi çok fazla, ultralight sayımızı artırdık, uçuş meraklılarını üye yapmaya başladık. Bunlardan bazıları kendi uçaklarını aldı. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nden “eğitim verme izni” aldık. Türkiye’nin ilk ultralight uçuş öğretmeni sertifikamı da aldım. Üzerinde ‘Gökkuşağı Sportif Havacılık’ yazan ve armamızı taşıyan flamalar, deriden kılıflı giriş kartları ve uçuş defterleri yaptırdık. Üyelere veriyoruz (Tabi ücreti karşılığı)… Ayrıca “tanıtım uçuşu” adı altında bir meydan turluk uçuşlar yapıyoruz. Flamaya uçan kişinin adını yazıp “ilk uçuş anısı” diye imzalayıp veriyoruz. Oldukça iyi para alıyoruz. Meraklısı öyle çok ki, net olarak hatırlıyorum, bir hafta sonu Cumartesi-Pazar günleri 62 kişiyi uçurduk.
Günler böyle geçerken, bugün havacılık camiasının yakından tanıdığı Ali İsmet Öztürk ve Birhan Temel aramıza katıldılar. Eğitim uçuşlarını tamamlayıp sertifikalarını aldılar. Bir gün Ali İsmet ile uçarken (Rüzgar altı bacağı dediğimiz) piste paralel ve ortası hizalarında motorumuz takat vermez oldu. Durmuş motor yöntemiyle piste inişe yaklaşırken burun tekerleğimiz taşa takıldı, kapaklandık. İkimize de bir şey olmadı. Uçakta hafif hasar oldu.
Emekli Hava Pilot Yarbay, zamanın dünyada tek on iki süpersonik uçaklı akrotimin lideri; Avustralya dan kesin dönüş yapmış (On beş yıl kadar orda çeşitli işlerde çalışmış. Hiç uçmamış.) Gelirken bir ultralight getirmiş fakat hiçbir yerde uçuramamışlar. Beni aradı, ne yapılabileceğini sordu. Kendisi öğrenciliğimden beri hayran olduğum kişilerdendi. İzmir’e gidip uçağını getirdik fakat aleti biz de uçuramadık, çok basit imal edilmiş ve çok kötü motoru vardı. Bize katılmasını ve bizimle uçmasını teklif ettik, kabul etti. Uçuş çok nankör. Dünyanın sayılı pilotlarından Necati Hocama ihanet etti. (kendisi ‘hocam’ dememi isterdi. O da bana ‘Necmi Hoca’ derdi.) İlk uçuşumuzda emniyetli iniş olmadı, çok sinirlendi ve hırslandı, o zaman uçuşu daha da bozuldu. Dört, beş saatlik uçuş sonunda uçuşu normale döndü ve yalnız uçtu. O gün ikimiz de ağladık. Uçmadığı 15 yıl, uçuş kurdunun mesleğine darbe vurmuştu. Burada şunu da belirtelim; uçuş devamlılık ister. Bu nedenle uçuşa ara verenlerin lisansları geçerliliğini kaybeder, yeterli eğitimden sonra tekrar yetkili olarak uçabilirler.
Artan Hocanın uçuş anıları
Havanın uçuşa uygun olmadığı günleri, soba başında Artan Hocanın anlattığı uçuş anılarıyla geçiriyoruz. Çok güzel anlatıyor. Bunlardan bir tanesi; Bandırma da filo komutanı. Trakya’da yapılan tatbikat için dört uçaklık bir kol isteniyor. Kol lideri Artan Hoca… Kolunda uçacak olan pilotlara; “deniz üzerinden uçacağız, can yeleklerinizi takın” der ve kontrol eder. Kendisi can yeleği takmayı ihmal eder. Tatbikat biter, yirmi bin feete (Yaklaşık 6000 metre) tırmanırlar ve Marmara denizi üzerinde uçmaya başlarlar. Denizin ortalarına geldiklerinde, bir kısa devre sonucu pilot sandalyesi hocayı hiç ilgisi ve haberi yokken havaya fırlatır uçaktan ayırır. Sistem otomatik olduğundan paraşütü açılır aşağıya inmeye başlar. Denizin ortasındadır can yeleği yoktur ve Artan Hoca yüzme bilmez! Oradaki korkusunu duygu ve davranışlarını anlatmak çok zor. Bağırır kendisine küfür eder, bildiği bütün duaları okur. Eğitimde kedisine öğretilen şeyleri uygulamaya başlar. Bunardan bir tanesi; denize paraşütle inerken ne kadar yükseklik kaldığını anlamak için bazı şeyler atmamız gerekiyor. İlk olarak da ayağımızdaki botlar atılır. Hoca ayağına uzanır, ayakta ne bot vardır ne çorap, uçup gitmişler. Bu arada bir rüzgar çıkar ve paraşüt kıyıya doğru gitmeye başlar. Sevinç çığlıkları atarken, balıkçı kayığındaki balıkçılar sesini duyar sonuçta, onu kurtarırlar. Köye götürürler kahvede bekletilirken, hikayeyi kahramanlık olarak anlatır, korkularından hiç söz etmez. Helikopter gelip kendisini alır, hikaye biter. Artan Hoca bu macerayı o kadar güzel anlatırdı ki, bazen bir saat sürerdi.
Altan Erbulak
Zamanın ünlü karikatürist, yazar, tiyatro ve sinemacısı Altan Erbulak da birçok gününü bizim orada geçiriyor. Pazar günü Artan Hoca, Altan Erbulak, Haşmet hangarın yanında oturuyoruz. Birisi geldi. Kot pantolonlu, ayağında botlar, paçalarını botların içine sokmuş. Selamlaştı ve “Ha ben uçmak isteyrum, sonra da bu aletten alacağum (Karadenizli vatandaş) gaç saatte öğrenirim” dedi. Artan Hoca heyecanla görmesi gereken dersleri ve uçmak zorunda olduğu saati söyleyince, vatandaş “Ha ben uzun yol cemi gaptanıyum, tonitoluk cemiler gulaneyrum, ha bu ufacık şeyi bir iki saatte öğrenirim” dedi. Tabi ki uçurmadık. O zamanlar bir gazetenin hafta sonu eki çıkıyor. Altan Erbulak burada bu hikayeyi karikatür olarak anlatmıştı. Uçmak bilinmiyor ve çok hafife alınıyordu, hep günlük işlere karıştırılıyordu, diğer araçları kullanmak gibi…
Ömerli Baraja yakınında motorumuz durdu
Tamer adında bir arkadaşla eğitim uçuşu yapıyoruz. Ömerli Barajı civarında motorumuz durdu. Yakınımızda trafiği çok az olan bir yol var. O yola mecburi iniş planladık, Tamer mecburi inişi yaptı, mecburi inişin gerçek eğitimini de yapmış oldu. İnişten sonra uçağı yolun hemen dışına çektik. Haber gönderecek birisini bekliyoruz. (O zaman cep telefonları yok, telsizimiz de çekmiyor) Arabalara el sallıyoruz, ne anlıyorlarsa onlar da bize el sallıyor. Hiç kimse karayolunun kenarında uçak ne arıyor diye düşünmüyor veya ultralight’ı uçağa değil de kara aracına benzetiyor. Türkiye’de bunlardan bizden başka kimsede yok… Sonunda birisi durdu, haber vermesi için kendisinden rica ettik. Gökkuşağı havaalanını tarif ettik. Ekibimiz geldi, teknisyenimiz “karbüratör tıkanmış” dedi. Temizledi, motorun çalışmasını kontrol ettik, yolu trafiğe kesip, aynı yoldan Tamer ile birlikte kalkıp meydana döndük.
Motor durma olayları çoğalmaya başladı, bu nedenle daha dikkatli uçulmasını istiyorum. Bir akşam havaalanından ayrılırken “yarın biz gelinceye kadar kimse uçmasın” dedim. Ben, teknisyenimiz Sökmen Ağabey (Kendisi Hava Kuvvetlerinde uzun yıllar otoculuk yapmış çok yetenekli emekli Astsubay. Bizim uçakların motorları da zaten kara araçlarının benzeri pistonlu motorlar) ile birlikte geliyoruz. “Biz gelmeden uçmayın” demekten amacımız; motorları kontrol edip kaza olmadan motor durma nedenlerini bulmak.
Tam havaalanına yaklaşıyoruz, bir uçağımız pist başında kalkışa hazırlanıyor. “Eyvah, kalkmasınlar” demeye kalmadı ve kalkışa başladılar. Kalkar kalkmaz motor durdu pist içine düştüler. Uçak kırıldı, neyse ki kendilerine pek bir şey olmadı. Artan Hocam uçmaya gelen kişinin ısrarına dayanamamış. “Rüzgar sakinken uçalım” demişler ve başlarına bu gelmiş. Benzini özel aparatlarla süzmeye başladık, motor durmaları azaldı fakat tam sona ermedi.
Hem sportif havacılığı incelemek, hem de ultralight almak için ve başka bir konuyla ilgili olarak Amerika’ya gittik. Haşmet ile temel konularda anlaşamamaya başlamıştık. Anlaşmazlık burada daha da büyüdü, Türkiye’ye döndüm. Şansıma Türk Hava Yolları pilot alıyordu. Kabul edildim. Haşmet dönünce istifamı verdim. Şirketten hisselerimi bedeli ödenmiş olarak (Kağıt üzerinde, aslında bir kuruş almadan) Haşmet’e devredip ayrıldım, bayrağı Artan Hocama devrettim. 24 Ağustos 1986.
Türk Hava Yolları’nda yer dersleri sırasında, boş zamanlarımda eski öğrencilerimin yarım kalan uçuşlarını tamamlamak için Gökkuşağı’na gidiyorum. Bir akşam daha önce karayoluna mecburi iniş yaptığımız Tamer’in arabası ile dönüyoruz. (Tamer, Hava Kuvvetlerinden ayrılmış, kendi farikasını kurmuş, İngiltere’de uzun süreli kurs görmüş, bilgili görgülü bir Astsubay) “Hocam bir uçuş kulübü kuralım” dedi. Nasıl olacağını tartıştık. Mali durumu iyiydi, finansmanın bir kısmını kendisi karşılayacağını diğer kısımların da alınacak giriş aidatları ile sağlanabileceğini konuştuk ayrıldık.
Ben yurtdışında eğitimde iken Artan Hocam kötü bir kaza geçiriyor, ölümden dönüyor. Hastanedeyken Haşmet’in ilgisizliği onu çok kırıyor ve Gökkuşağı’ndan ayrılıyor. Gökkuşağı’ndan memnun olmayan arkadaşlar kulüp konusunu ona da açıyorlar. Eğitimden döndüğümde bir araya geldik, konuyla ilgilenen arkadaşlar da olaya çok olumlu bakıyorlar.
Artan Hocam Türk Hava Kurumu’nun asli görevinin amatör havacılığı geliştirmek olduğunu, bu konuda bize destek vermesi gerektiğine inanıyor. Onun deyimiyle THK’nın işi çeşme yaptırıp, toplu sünnetler yaptırmak değil. Cumhurbaşkanı dahil her yere yazılar yazmaya, görüşmeler yapmaya başlıyor. Sonunda THK Kadıköy şubesinde toplanıyoruz, Şube Başkanı Nazan Sertoğlu Hanım, uçuş konularından anlamıyor, ancak çok zeki birisi… Şubesine bizleri kazanmak ve konunun şubesine yarar getireceğini anlıyor. Bize çok ilgi gösteriyor.
Uçuş kulübünü kurmaya kara veriyoruz. THK’yı da yanımıza almak amacıyla, kulübün adı THK Kadıköy Gökler Bizimdir Sportif Havacılık Kulübü oluyor. Tüzüğümüzü yazıyorum. Burada Artan Hocam ile aramızda geçen bir konuşma hiç aklımdan çıkmaz. Demişti ki; “Necmi Hoca ileride bizi kulüp dışında bırakmamaları için nasıl bir madde yazmalıyız?” Ben ise “Bu Dernekler Kanunu ile bunun mümkün olmadığını, şartları sağladıklarında kapı dışarı edilmeye hazır olmalıyız hocam” demiştim.
Bir numaralı kulüp üyesi Necati Artan, iki numaralı üye Necmi Şen ve fikir babası Tamer olmak üzere sanırım yirmi kişi kadar kurucu üye ile kuruluşumuzu tamamlıyoruz. Dernekler Masası tarafından tüzüğümüz ve kulübümüz onaylanıyor. Kulübümüz var, uçmak isteyen üyelerimiz var. Fakat ne havaalanımız ne de uçağımız var. THK bu konuda parmağını kıpırdatmıyor. Bize verdiği sadece Kadıköy şubesi dernek merkezi. Orada toplanıyoruz ve neler yapabileceğimizi konuşup çeşitli yerlere yazılar yazıyoruz. Yedi ay sadece toplantılar yapabildik. Üyelerimizden birisi “Hep toplanıyoruz tekerlek ne zaman dönecek” demişti. Başkan Artan Hocam, ben ikinci başkan, Saner Akdoğan muhasip üye, kendisi ekonomist.
Artan Hocamın gayretleri ilişkileri sonucu Samandıra’daki (Gökkuşağı’nın karşısında) Kara Kuvvetlerine ait Askeri Havaalanında küçük bir bina, oldukça büyük park yeri tahsis edildi. Alandan uçabilmemize olanak sağlandı. (Tahsisin yapılmasında zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Artan Hocamın sınıf arkadaşı Orgeneral Safter Necioğlu’nun yardımları unutulmaz)
İstanbul Havacılık Kulübü
Havaalanı Komutanlığı ile protokol imzalayıp hemen işlere başlandı. Kulüp üyelerimiz büyük bir sevinçle, inşaatı onardılar. Kulübün adını “İstanbul Havacılık Kulübü” olarak değiştirdik. Üyelere uçuş karşılığı katkıda bulunurlarsa bir uçak almak istediğimizi bildirdik. Para hemen toplandı bir adet Cessna 172 alındı. Ultralight’tan gerçek uçak kategorisine geçtik. Uçuşlar başladı. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nden uçuş izinlerimizi aldık. Cessna 172, Hava Kuvvetlerindeki T41 ile aynı olduğu için ve benim de T41 öğretmenliğim olduğu için sivil havacılık öğretmen sertifikama Cessna 172’yi işledi, bu uçakta eğitim yaptırabiliyordum.
Eğitim verebilmek için uçuş okulumuzu kurmaya karar verdik. Müracaatlarımızı yaptık. Özel kurs niteliğinde olduğumuzdan, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan da izin almamız gerekiyor. Onlar da denetimci gönderdiler. Gelenler ilkokul müfettişleriydi. Dershanemizin boyutları, sıra sayımız ve tuvaletlerimizin ölçüleri ile ilgilendiler. Onlara burada eğitimin uçakla verileceğini, dershanelerdeki standartların burada aranmasına gerek olmadığını, zor da olsa anlatabildik. Sonunda Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nden, Milli Eğitim’den ve THK’dan izinlerimiz geldi. Özel Pilot lisansı (PPL) eğitimi vermeye başladık. Ben Türk Hava Yolları’nda uçtuğum için, THY yönetim kurulundan (Ticari olmamak kaydıyla) kulüpte öğretmenlik yapabileceğime dair karar çıkarttırıp SHGM’ye gönderdim, okulun yetkili öğretmenlerinden oldum.
Zamanım az olduğundan bir öğretmen, bir teknisyen aldık. Bazı üyelerimiz kendi uçaklarını almaya başladı. Kulüp olduğumuz için ücretle değil bağış karşılığı eğitim vermeye başladık. (Belirlenmiş bir ücret) Burada THK’nın yararını gördük. Uçak yakıtını THK kuruluşu gibi Petrol Ofisi’nden piyasanın çok altında alıyoruz, ödemeyi THK yapıyor, kulüp yılsonunda onlara ödemesini yapıyor. Eğitimimiz ucuza geliyor, bu nedenle çok fazla öğrencimiz olmaya başladı. THK’dan takviye öğretmen istedik, harcırahını vermemiz ve barınmasını sağlamamız şartıyla kabul ettiler. Eğitimler çok iyi gidiyor. Üyeler çok mutlu, Türkiye’ye böyle bir hizmeti ilk getirenler olduğuz için biz de çok mutluyuz. Ben sadece kontrol uçuşlarına ve uçuşu sorunlu öğrenci olduğunda çağrılıyorum. Zamanım yettikçe bunları yapabiliyorum.
Üyelerimizin yardımları ile uçak sayımız artıyor. Üyelerimize lisanslarını (PPL) veriyoruz. Kendi uçağı olan üyelerimizin uçaklarına ücreti karşılığı (Bağış) konaklama ve bakım hizmetleri veriyoruz. İmkanlar çoğalınca uçak sahibi üyemiz artıyor. Sistemi daha iyi yürütebilmek için Saner Akdoğan’ı yetkili müdür olarak atıyoruz.
Artan Hocamın çabaları ve Orgeneral Safter Necioğlu komutanımızın yardımları ile Türk Hava Kuvvetlerinin kullanımdan kaldırdığı T34 uçaklarından sekiz adedini alıp, iki tanesini hemen uçar duruma getiriyoruz. Uçaklar, yasalara uyması için THK tarafında kiralanmış görünüyor. (O zamanki para ile yıllığı Beş TL.)
Üye sayımız hızla artıyor. Aramıza iş ve sanat dünyasının tanınmış isimleri; Rahmetli Mustafa Koç, Korhan Abay, Metin Fadıllıoğlu gibi birçok isim katılıyor. Kulüp tüzüğüne kulübe üye olma şartı olarak, en az üç kurucu üye tarafından önerilme ve üyelik başvurusu askıda kaldığı sürece itiraz olmaması şartını koymamıza rağmen maalesef aramıza üyeliğe ve uçuş terbiyesine layık olmayanlar da katıldı.
1990 ağustosunda emekli olan Hava Kuvvetleri Komutanı büyük uçucu Safter Necioğlu komutanımız da aramıza katıldı. Sivil lisansını ve öğretmen sertifikasını alarak öğretmenlik yapmaya başladı. Özellikle T 34 uçaklarında verdiği eğimler ve uygun olanlara öğrettiği akrobasilerle kulübümüze ayrı bir renk ve heyecan kattı. Safter Paşamız lisanslı olarak Türkiye’de en uzun yıl uçan kişidir.
Olay çok cazip olmaya başlayınca; üyelerimiz kulübümüzle üyeliklerini koparmadan yeni kuruluşlar oluşturmaya başladılar:
Hazerfen Havaalanı, Top Air, Mack Air (Helikopter), Bon Air gibi, kuruluşların tümünün kurucuları Gökkuşağı Sportif Havacılık ve İstanbul Havacılık Kulübü kökenlidir. Buralarda uçmuşlar, lisanslarını almışlardır. Daha sonra kendilerini ve kuruluşlarını geliştirerek sivil havacılığın büyümesine büyük katkıları olmuştur.
Ancak, sektör büyüdükçe ve rant elde etme imkanları çoğaldıkça disiplin kaçmaya, risk alanlar çoğalmaya başladı. Böyle olunca da kazalar başladı. Halbuki amatör havacılıktaki söylemimiz, “zevk için yapılan uçuşlarda kaza oranını sıfıra indirmekti”… Bunun için kurallara tam uymak, uymayanlara çeşitli kısıtlamalar getirip uymaya zorlamak gibi önlemler alıyorduk. Özel uçak sahipleri çoğaldıkça, her ne kadar kulüp üyemiz olsalar da denetlemek ve hükmetmek zorlaşıyordu.
Hatırladığım kadarıyla; ilk kırımlı kaza Rahmetli Celal Ağaoğlu, Sanver Güneşi ve diğer iki arkadaşla kendi uçakları olan Comander 112 uçağı ile motorda aşırı takat kaybı olması, daha sonra motor durması sonucu Yalova’ya mecburi iniş planlayıp Tuzla Piyade Okulu içindeki askeri pistine inip uçağı kırmalarıdır. (Celal Ağaoğlu daha sonra, çift motor sertifikası almak için Tarkim havacılık şirketinin uçağı ile yanında çok tecrübeli bir pilot ve kardeşi birlikte Uludağ’a çarparak rahmetli oldu.)
Diğer bir kaza; Bon Air’de eğitim alan ve çok yeni uçucu olmalarına rağmen buluta girmeleri sonucu kaybettiğimiz değerli sanatçı Onno Tunç ve arkadaşlarıdır.
Bir de uçuculuğu hazmedemeyenlere örnek vermek istiyorum: Bir bayramda çok uçakla tören geçişi yapmak istedik. Valilik kabul etti. Kol lideri Hava Kuvvetlerinden ayrılmış ve kulüpte öğretmen olarak uçan bir arkadaşımız… Uçuş devam ederken karşıdan helikopter geliyor, koldaki bir arkadaş lideri telsizle ikaz ediyor. Başka bir ses “Bırak çarpsın” diyor. Yere indiklerinde ikaz eden ve “bırak çarpsın” diyen kişiler yumruk yumruğa kavga ettiler. Lideri ikaz eden Deniz Ağırbaş adlı uçuculuk terbiyesini almış arkadaşımız hala uçmakta ve özel uçağı var. Diğer kişinin adını bile buraya yazmaktan utanırım.
Ahmet Kayacık, çok değerli reklam ajansı sahibi, yetenekli ve iyi uçucu. Türk Yıdızları’nın tanıtım filmini çekmiş, F5 uçaklarında uçurulmuş, T34 ile akrobasi yapabilen kişilerden… Gebze yakınlarında bir festival var. “Bırak çarpsın” diyen kişi yönetimde… Bir firmanın reklamını alıyor. Uçağın altına pano konulacak, kalabalık üzerinden uçulacak. Pano T34 uçağının kanat altına bağlanıyor. Gösteri yerinde uçak dalıyor yatışlı çekiş yaparken kanadı birisi pertdüvites oluyor ve seyircilerin yakınlarına çakılıyorlar. Kaza nedeni uçak kanatlarının aerodinamiğini bozacak yanlış yükleme yapmak. Bilgisizlik iki değerli insanı yitirmemize neden oluyor. Bu dönemde Artan Hocam ve ben yönetimde değiliz.
ARTAN HOCA’NIN AYRILIĞI
Ocak 1994’de Necati Artan Hocam, artık yorulduğunu ve kulüp üyelerinden yeterli destek alamadığını belirterek Başkanlıktan ve yönetim kurulundan istifa etti. Benden de özellikle yönetimde kalmamı ve kulübe sahip çıkmamı rica etti.
Genel kurul yapıldı; Ali Pulat, Hasan Ünsaç, Naci Turan, Saner Akdoğan, Necmi Şen yönetime seçildi. (Hatırlayamadıklarım için özür dilerim) Başkanlığa Ali Pulat, başkan yardımcılığına ben ve muhasip üye Saner Akdoğan oldu. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi’yi, Hava Harp Okul Komutanı Tümgeneral Aydoğan Babaoğlu’nu, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çevik Bir’i ziyaret edip kulübümüze fahri üyeler olarak kaydettik.
Artan Hocamın zamanından itibaren üye aidatlarının alınmasında zorluk çekiliyordu. Kulübün ekonomik durumu zorlanmaya başlamıştı. Artık çağrı yaptığımızda eski bağışçılarımız cevap vermez olmuştu. Zira sonradan kulüp üyesi olan ve özellikle uçak sahiplerinin bazıları kulübü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak ve kurallara uymadan keyiflerince uçmak istiyorlardı. Bir karşı grup oluşmuştu.
Samandıra Meydan Komutanı da yakın bir zamanda Samandıra meydanını terk etmemiz gerektiğini, daha üs komutanlıktan gelen emirlere kendisinin de taraftar olduğunu belirtti. Halbuki kulüp tarafından meydandaki hangarlar onarılmış, çevre duvarı ve tel örgüsü yenilenerek büyük paralar harcanmıştı. Komutanı akşam yemeğine davet ettim. Kulübün havacılığa katkılarını, havaalanına katkılarını anlattım. Sessiz kaldı, bizden taraf olmadığı anlaşıldı.
Kulüp üyesi bazı arkadaşlar yönetimi almamız ve başkan olarak duruma el koymam için ısrar etti. Genel Kurula gittik; karşıt gruba rağmen Necmi Şen, Şeref Sezgin, Mürşit Ul, Sanver Güneşi, Mehmet Karakaş, Yurdaer Kızıltaş yönetim kurulu olarak seçildik. İlk defa kulübe başkan oldum. Hep ikinci başkanlığı tercih etmiştim. Hem iş yoğunluğum nedeniyle hem de paye almayı sevmiyordum. Bu sefer amaç başkaydı, çok kötüye giden kulübü kurtaracaktık.
Muhasip üyeliğe gelen arkadaşımız kulüp defterlerini incelemek istedi. Uzun süre defterlere ulaşamadı. Daha sonra defterler yeniden yazılmış olarak ele geçti. Yeminli muhasebeci tutarak incelettik. Birçok usulsüzlük ve açık çıktı. Bazı kişilerin istifasını istedik. İşler düzelmiyordu, meydandan çıkarılma emrimiz geldi. Hezarfen Havaalanı ile iş birliği yapmayı önerdik, kabul görmedi. Karşıt grup tarafından devamlı eleştiriliyorduk.
Olağanüstü Genel Kurula gittik, kulübün durumunu anlattık. Hezarfen ile işbirliği önerimizi, artık Silahlı Kuvvetlerin bizi bu meydanda tutmayacağını, parasal durumun iyi olmadığını belirttik. Kabul görmedi. Karşıt grup işleri düzelteceğini belirtince ibra edildik ve istifalarımızı vererek yeni yönetim seçilmesini istedik. Bizim grup tekrar aday olmadı.
NOKTAYI KOYDUM
1985 yılında başlayan bu güzel serüvene 1999 yılında uçuculuk anlayışıma ters düştüğü için noktayı koydum ve kulüpten de ayrıldım. Noter kanalıyla istifa etmediğim gerekçesiyle, olmayan aidat borcunu ödememiş (İstifadan sonraki) birisi olarak icra yoluyla 2001 yılında 1800 dolar ödedim.
1986 yılında kurduğumuz, o dönemden itibaren beş kuruş talep etmeden ve almadan uçuş öğretmenliği ve yöneticilik yaptığım kulübüme icra yoluyla aidat ödeyen kurucu olarak şeref duyuyor ve ödemelerimi emeklerimi helal ediyorum. Eğer bugün onlarca uçuş okulu, yüzlerce uçan varsa inanıyorum ki, ilk ateşleyici olarak Gökkuşağı Sportif Havacılığın, İstanbul Havacılık Kulübü’nün katkıları büyüktür, emeği geçen herkesi saygıyla anıyorum.
NECMİ ŞEN