Hezarfen
17 Ağustos 1999.
Sabahın 7'si...
Çoluğu çocuğu evde bırakmış, yazıişlerindeki haber manyağı arkadaşlarımla birlikte gazeteye koşmuştuk. Sabit telefonlar kesik. Cepler kaput. Yollar kilit. Viyadükler enkaz. Adapazarı'na gidilemiyordu.
Ve, hep birlikte bakıyorduk ışıklı masadaki fotoğraf karelerine...
İnanılması güç bi manzaraydı.
Taş üstünde taş kalmamış, apartmanlar, okullar, hastaneler, donanma, hepsi çökmüştü, Tüpraş yanıyordu. Başbakan Ecevit'in, televizyonda, olağanüstü hal'e gerek yok, bana uydu telefon bulun, Hüsamettin'i bulun dediği zavallı dakikalarda... Bütün çıplaklığıyla gözümüzün önündeydi facia.
Çünkü, saat 5'te, yani depremden sadece 2 saat sonra havalanmış, Gölcük üzerinden dalmış, takır takır basmıştı deklanşöre... Uçağı yan yatırır, lövyeyi dizleriyle tutar, pencereyi açar, öyle çekerdi. Vakitten kazanmak için, yere inmeden, Olimpiyat Stadı'nın yanındaki tarlaya naylon torba içinde paraşüt gibi bırakmıştı filmleri... Kapıp yıkatmıştık. Tripodla çeksen, bu kadar net olamazdı. Bir gazetecinin haber fotoğrafı, dünyada ilk kez, iki tam sayfa, 18 sütun yayınlandı.
Murat Öztürk'tü o.
Günümüzün Hezarfen’i…
Yılmaz Özdil’in yazısının devamı için TIKLAYINIZ…