THY DİRENİŞİ VE GERÇEKLERİ GÖRME ZAMANI
Airkule okurları için bazı bilgilerin tekrarıyla uzun bir yazı olacak ama sendikal mücadele açısından 23 Mayıs'tan bu yana yaşanan süreci detaylı analiz etmek ve havacılık dışındaki çevrelere de iyi anlatmak gerekiyor. Çünkü bu yapılmadığı ve ders alınmadığı sürece tarih tekerrür ediyor...
Ulaştırma sektörü kapitalizmin dolaşım sistemini, havayolu taşımacılığı ise ana damarlarını oluşturuyor. Bu damarlar tıkandığında sermayenin çanına ot tıkanmış oluyor. Havacılık çalışanlarına görece yüksek ücretler ödenmesi, konaklamalarda 5 yıldızlı otel masraflarına katlanılmasının nedeni pilot ve kabin görevlilerinin kara kaşları, gözleri değildir. Havacılıkta personel maliyetinin yüksek olması, biraz da (deyimi bağışlayınız) sermaye sahiplerinin kendi "pek kıymetli popolarını" bu işçilere emanet etmek zorunda olmasındandır.
Petrol ve uçak fiyatlarına müdahale etmek daha büyük patronların işi olduğundan, havayolu şirket yöneticileri için en kolay oynanabilen maliyet kalemi "personel giderleri" oluyor. Şirketlerin kapısında bekleyen, her geçen gün daha azına razı işsizler ordusu da bu konuda sermayenin iştahını kabartan en etkili dürtü. Daha çok uçuşu, daha az pilot ve kabin memuruyla yapmaya kalkınca da, yoğunluk ve yorgunluğa bağlı problemler uçuş emniyetini aksatmaya, kaza riskini artırmaya başlıyor.
Yorgunluk alkol gibi...
Pilotlarda alkollü uçmakla aynı etkiler gösterdiği bilinse de henüz yorgunluğu ölçecek bir alet yok. Havacılıkta çalışma sürelerinin 14 saat, hatta koşullar gerektirdiğinde 16 ve 18 saate çıkarılabildiği düşünülürse böylesi yoğun bir mesainin son inişini yapan pilotun kullandığı uçakta yolcu olmak kuşkusuz tercih edilir bir şey değil. Hatta bazı şirketler, maliyet düşürme işini iyice abartarak konaklamalarda kabin memurlarını iki kişi aynı odada kalmaya bile zorluyor. Bu durumda 2-3 saatlik uykularla uzun süreler çalışmak zorunda kalan işçiler sağlıklarından oluyor. Yoğun uçuş programları insanları makineleştirirken sosyal yaşam ortadan kalkıyor. Böyle bir çalışma ortamında, sendikal örgütlülük, hele de grev hakkı gibi "lüksler" de istenmiyor!
Bahadır Altan’ın yazısının devamı için TIKLAYINIZ…