Yorumu ilk okuduğumda, uzun zamandır yazamadığımdan dolayı bizim patronun beni yemlediğinden kuşkulandım. Ama sonra kendisiyle konuştuğumda “hayır, yorum okuyucumuza ait” deyince yazmak şart oldu.
Hakkında birçok şaibeden bahsedilen Hava-İş sendikasının yaklaşan genel kurulu dolayısıyla, bizim sitede yazılanların altındaki bir yorumda bir okurumuz şöyle diyordu; “Faruk Sayılır Hava-İş sendikasını unuttu mu? Ve, zamanında Atilay Ayçin hakkında hergün olumsuz yazılar yayınlayan airkule, şimdi neden susuyor?”
Aslında bu konuda hiç bir şey yazmama kararındaydım ama, yine işin ucu bize dokunduğundan ve biraz da atılan yeme sazan gibi atlama merakımdan dolayı yine topa girdim. Zira, inancım şu ki; bir zamanlar Türkiye’nin konusunda öncüsü olan Hava-İş sendikasının içine sıçıp bu hale getirenler, başta Uçuş İşletme olmak üzere tüm üyelerinin bizzat kendileridir. İstedim ki, eğer becerebilirlerse kendi kirlettiklerini kendileri temizlesinler ben de uzaktan seyredeyim. Ama olmadı, yine bulaşmak zorunda kaldım.
Bir kere, ben ve bu sendikaya emek verip bedel ödeyen olarkadaşlarım, asla hiç bir şeyi unutmadık ve bu mücadeleden vazgeçmedik. Ama söylediğimiz şeylerin, verdiğimiz örneklerin ve geçmişte yaşananlardan alınması gereken derslerin bir işe yaramadığını görüp toplumun duvara tosladığında kendi çözümünü kendisinin bulması gerçeği ile yüz yüze gelmesinden başka çıkar yol göremedik. Sadece şu sitede sendika ile ilgili uzun uzun detaylarla bezenmiş dört tane yazım var. Onları hikaye diye yazmadım. Zaman geldiğinde, örnek olsun ve yol göstersin diye çabaladım. Ama, gerçekler ve onlara karşı durmak, riski olan zor yollardır.
Atilay Ayçin konusuna gelince; bu site baştan sona kendisine koşulsuz destek vermiştir. Hatta dahası, Bahadır Altan ve ben, Hava-İş sendikası hakkında gerçekleri yazmak, kendisine destek vermek ve üyelerini aydınlatmak amacıyla airkule’de yazmaya başladık. Sendikacılık ömrümün büyük bölümü, Ayçin ve yönetimini üyelere anlatabilmek, aidatların nerelere harcandığını izah etmek ve alınan arabaların ne işe yaradığını özellikle çok bilen kaptanlara açıklamaya çalışmakla geçti.
Allahı var, gerek sendikacılık gerekse insanlık anlamında hemen hemen her yaptığının altına imza attığım Ayçin, gelmiş geçmiş başkanların en önemlilerinden biriydi. Ve her ne kadar yanındaki bazı kişilerin alkolün etkisinde kalarak çalakalem yazdıkları ve Bahadır ile beni karalayıp ‘hain’ damgası vurdukları iftiralar olsa da, bizim ona destek mi, yoksa köstek mi olduğumuza karar verecek tek kişi bizzat kendisidir. Ve bu konuda söyleyeceği varsa airkule sütunları ona her zaman açıktır.
Ha, Hava-İş işveren tarafından ele geçirilmeden bir önceki genel kurulda kendisinden yana tavır almadığım doğrudur. Ama, karşısındaki grubun seçimi kazanmasını istediğim halde onlara da destek vermedim ve çekimser kaldım. Bu kararımı da kendilerine zaten bildirmiştim. Çünkü; her mutlak iktidara olanlar uzun yıllardan sonra Ayçin’in ekibine de olmuş ve görevi bırakma zamanı gelmişti. Bu düşüncemi kendilerine de bildirdim. Zirvedeyken bayrağı daha genç, dinamik ve yıpranmamış bir ekibe devrederek, gerçek sendikacılığın devamı ve bu kaleyi sermayenin işbirlikçilerine kaptırma riski de bir süreliğine daha ortadan kalkacaktı. Ama onların takdiri böyle olmadı ve sonuçta kendi yarattıklarını yine kendi elleriyle işverene teslim ettiler.
Bugüne gelirsek; Türkiye’de sendikacılık askıya alınmış olup tümüyle kaldırılma çalışmaları hızla devam etmektedir. AKP hükümetlerinin uyguladığı politikalar ile tüm sendikalar yandaşlaştırılmış, başarılı olunamayanların da üye sayısı sembolik hale getirilmiştir. Bizzat AKP genel başkanı tarafından iş dünyasına yapılan bir konuşmada söylenen, “biz OHAL’i işçiler grev yapamasın diye koyduk” lafı, bu konudaki son sözdür. Kabinesinde eski sendika başkanlarının bakan olduğu bu hükümet, kendi belediyelerindeki işçilerin sendika üyesi olmalarına izin vermedikleri gibi, mevcut üyeleri de tehdit etmektedir.
Peki, tüm bu koşullara karşın sendikacılık yapılabilir mi? Elbette mümkün, ama bunun için sınıf bilinci gelişmiş, emek-sermaye ilişkisini özümsemiş ve işçi- işveren karşıtlığı meselesinde doğru yerde durmayı becerebilen cesur ve kararlı insanlara ihtiyaç var. Aslında toplum, bu kalitede ve bedel ödemeden çekinmeyecek insan potansiyeline sahip, mesele bunları ortaya çıkarıp biraraya getirmek.
Şu an, Hava-İş sendikasının içine düştüğü rezaleti ve üyenin perişanlığını görüp isyan ederek muhalif tavırla karşı çıkan bir grup insan var. İtiraz ve açıklamaları çok ciddi, ama mevcut sendikanın tavrı da hiç şaşırtıcı değil. Bu bakımdan umarım başarılı olur ve üyenin desteği ile bu saçmalığa bir son verirler.
Peki başarılı olabilirler mi? Ondan pek emin değilim ama başarılı olmalarını gönülden isterim. Çünkü söylemlerini sadece aidatların harcanma şekli ve sahte üye üzerinden ete kemiğe büründüren bu ekibin sendikacılık bağlamında bir söylemine şu an için tanık olamadık. Delege listesinde, 2007 grev oylaması esnasında üyelerine “HAYIR” oyu verin diye baskı yapan birçok kişiyi barındıran bu ekibin, bir an önce sendikal hedeflerini ortaya koyması gerekir. Yoksa, yılların klişesi “diyalog” palavrası ile ortaya çıkarlarsa, kazansalar bile düzen sendikası olmaktan kurtulamazlar. Bir de işveren faktörü var; THY, kucağına oturtup bütün dertlerden kurtulduğu sendika dilberini kaybetmek ister mi? Kuşkusuz hayır, bu yüzden muhalefet, iki cephede savaşmak zorunda.
Herkesin bildiği gibi bugünkü koşullarda iyi bir örgütlenme ve üye lehine bir toplu sözleşme imzalamak bile yetmiyor. Sonrasında o toplu sözleşmenin hayata geçmesi ve ihlaller karşısında sendikanın üye desteğine bağlı tavrı da çok önem kazanıyor. Sözde yasalarla teminat altındaki kazanımlar, işveren tarafından göz göre göre ihlal ediliyor ve çalışan hakkını arayacak bir zemin bulamıyor. Bir de ihanet protokollarıyla üyesine karşı tavır alan sendika yönetimleri varsa, bu da yasal haklarını aramaktan korkan üyeye işin ikramiyesi olarak geri dönüyor.
Sonuç ne olur?
Dediğim gibi, büyük oyunlara gebe görünen bu savaştan muhaliflerin kazanarak çıkmaları oldukça zor görünüyor. Her fırsatta toplanan aidatların çok büyük bir bölümünü ödedikleri belirtilen ve sayıları da neredeyse toplam sayının yarısı olan uçuculara genel kurul sonrasında noter yolu görünüyor. Ondan sonra yapacakları tek şey, işlevine uygun gerçek bir sendika kurmak için uygun bir demokratik ortam ve özgürlükçü bir partinin iktidara gelmesini beklemek.
Eğer sendikanın, hatta sendikaların tarihçesini incelerlerse, tüm güçlü örgütlerin CHP ya da benzeri sol iktidarlar zamanında kurulduğunu ve bugün başta uçucular olmak üzere THY personelinin aldıkları ücretin sağlam temellerinin, AKP’den hemen önceki başında Ecevit’in olduğu azınlık hükümeti zamanında atıldığını göreceklerdir. Böyle özgürlükçü ortamlarda; fişlenme, baskı görme ve iş kaybetme korkusu yoktur ve zemin, özgürce konuşup örgütlenme hakkının sonuna kadar kullanılabildiği bir zemindir. Bu durumlarda, sendika yöneticiliğinin meraklısının çok olduğu hep görülmüştür.
Son söz; demokratik ve özgürlükçü ortamlarda kahramanlara ihtiyaç yoktur.