İşte Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin’in “Gazeteciliğin gücü gökyüzüne çıkınca” başlıklı yazısı…
Gazeteciliğin gücü gökyüzüne çıkınca
GERÇEĞİN kendisi nereden ve hangi açıyla baktığınızla da yakından ilişkilidir. Cepheden baktığınızda size kendisini gösteren gerçeklik ile aynı noktaya gökyüzünden baktığınızda karşınıza çıkan gerçeklik farklı olabilir.
Örneğin yan cepheden baktığınızda zarif bir mimari tasarımın izlerini taşıyan bir inşaatın yükseldiğini görürsünüz. Gökyüzünden baktığınızda ise bu inşaatın aslında Bizans’tan kalma tarihi eserlerin üzerine oturduğunu fark edip dehşete düşebilirsiniz.
Özellikle tarih, çevre ve doğayı gözettiğinizde gökyüzünden saptadığınız gerçeklik daha sağlam, daha güvenilirdir. Kuşbakışı görmek, gerçeği saklamak amacıyla cepheden başvurulan bütün göz kamaştırıcı, yanıltmaya dönük taktikleri de boşa çıkarır.
İşte Murat Öztürk’ün gökyüzünden yaptığı buydu. Tek motorlu küçük bir uçakla güçlü mercekleri olan bir fotoğraf makinesi ve gazetecilik heyecanının buluşmasının ne kadar muhteşem bir bileşim olacağının kanıtıydı onun çabası. Uçağın tekerleklerinin pistten kesilmesiyle birlikte gerçeğe doğru yolculuğu başlardı.
Peşine düştüğü gerçek, bazen o gün meydana elen büyük bir doğa felaketi olurdu. Pek çok deprem ve sel felaketinin yol açtığı tahribatın büyüklüğü onun fotoğraflarıyla topluma çok daha çarpıcı bir şekilde yansırdı. Algımıza yeni bir boyut katardı.
Ama galiba onu en çok heyecanlandıran, bu tür hadiseleri fotoğraflamaktan çok doğa, çevre ve tarihi eserlerin maruz kaldığı felaketleri ortaya çıkarmaktı. Gökyüzüne süzülmesiyle birlikte, gözleri, aşağıda insanların yaşadıkları büyük kara parçasına zarar veren hoyratlıklarını, katliamlarını yakalamaya odaklanırdı.
Milliyet gazetesine 2005 yılında genel yayın yönetmeni olarak ayak bastığımda beni bekleyen en değerli imkânlardan biri onunla çalışacak olmamdı. Türkiye coğrafyasının her noktasının üzerine bir şahin gibi çökecek bir uçan muhabire sahip olmak bir gazete yöneticisi için ancak bir lütuf olabilirdi.
Ve kendisiyle çok yakın bir şekilde çalışan İstanbul Haber Müdürü Tunca Bengin’in de katılımıyla çok güzel projelere imza attık. Bu projelerden biri, Türkiye’nin Ege sahil şeridinin kuzeyden güneye doğru her koyu dahil ederek bütünlük içinde fotoğraflarının çekilerek arşivlenmesiydi. Bu şekilde sahil şeridindeki bütün inşaat faaliyetlerini kayda almış olduk.
Daha sonra karadan da bir ekip göndererek havadan tespit edilen sorunlu görüntülerin yerden kontrolünü yaparak inşaat faaliyetlerindeki aşırılıkları, ölçüsüzlükleri belgelemeye çalıştık. Özellikle orman içine gizlice yapılan, dışarıdan fark edilmeyen inşaatları da bu şekilde yakalayabiliyorduk.
Planımız, bu egzersizi her yıl tekrarlayarak karşılaştırmalı bir şekilde sahildeki yapılaşmayı denetlemekti. Nitekim 2006’da da aynı turu yaptı. Ancak 2007’de cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine patlak veren büyük siyasi kriz, ardından yapılan genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçiminin yol açtığı çalkantı içinde projenin devamını getiremedik. 2008 ve 2009 başka çalkantılarla geçti. Ben de 2009 sonuna doğru bu görevden ayrıldım.
Bu yazıyı yazmadan önce onun fotoğraf ve haberlerinin damgasını vurduğu manşetlerin çoğunu taradım. Özellikle arıtma tesislerinin ve fabrikaların atıklarını doğaya bırakmasının yol açtığı korkunç görüntülere bir daha baktım. İSKİ’nin atıklarının çevreye nasıl yayıldığını gösteren “Zehir Şelalesi” manşetindeki fotoğrafı bir başyapıttı. Bodrum yarımadası üzerine de bir hayli mesai yapmışız. “Bodrum Yarımadası Yeşile Hasret” manşeti yine onun fotoğrafları üzerine atılmış.
Özetle, içlerinden kaybedilen doğanın, küçülen göllerin, biçilen ormanların, her tarafa yayılan kaçak inşaatların, kıyıları kirleten balık çiftliklerinin çıktığı haber ve fotoğraflar bunlar.
Onun en büyük gazetecilik başarılarından biri, İstanbul Sultanahmet’teki Four Seasons otelinin milattan sonra 4’üncü yüzyıldan kalan Bizans kalıntıları üzerinde yapılan ek bina inşaatını ortaya çıkarmasıydı. O dönemde yaptığımız yayın üzerine bu inşaat mühürlendi. Bildiğim kadarıyla mühür hâlâ kapıda asılı duruyor.
Bütün bu haberler mesleğine duyduğu heyecanın eserleriydi. Gazeteciliğe TRT’de kameraman olarak başlamış, bir keresinde çekim yapmak üzere uçağa binmesiyle birlikte hayatının rotası da değişmiş, uçmak ve habercilik onun için birbirinden ayrılamayacak bir bütüne dönüşmüştü.
Ne kadar büyük işler çıkarırsa çıkarsın, tevazu ölçülerinden ayrıldığına hiç tanık olunmamıştı. Çektiği bir fotoğrafın gazetenin birinci sayfasında yayımlanarak kamuoyuna mal olmasından ve bu şekilde toplumsal bir hizmetin yapılmasından daha yüksek bir ödül yoktu onun için.
Yaşadığı ülkenin doğasına, topraklarına, mavi semalarına olan aşkı galiba her şeyin üzerindeydi.
Geçen pazar günü tek motorlu uçağıyla Adana’da yaptığı bir gösteri uçuşunda son derece tehlikeli bir harekete başladı. Gökyüzünden yere doğru dalışa geçti, lövyeyi çektiği halde uçak toparlanamadı ve yere çakıldı.
Türkiye’nin semaları şimdi öksüz kalmıştır. Toprakları, gölleri, nehirleri, ormanları da üzerlerine titreyen koruyucularından artık mahrumlar.
Ve rivayet odur ki, kendisi gibi bir uçak kazasında ölmüş olan babası, mavi semaların üzerinde bir yerde gururla kucaklayarak karşılamıştır evladını.
Sedat ERGİN-Hürriyet