İngiliz futbol kulüpleri Manchester United, Aston Villa, Katalan futbol takımı Barselona, Alman futbol ekibi Borussia Dortmund, Avrupa Basketbol Şampiyonası (Euroleague Basketball) ve daha birçok kulüp... Ve profesyonel spor dünyasının ünlü isimleri... Barselona'nın Arjantinli futbolcusu L. Messi, Danimarkalı tenisçi Caroline Wozniacki, Amerikan Los Angeles Lakers'ın basketbolcusu Kobe Bryant, son olarak golfçü Tiger Woods...
Bütün bu kuruluş ve kişilerle THY'nin milyonlarca dolarlık sponsorluk anlaşması var.
Sermaye Piyasası Kurulu'na sunulan resmi bilançosuna göre THY'nin 2013'ün ilk yarısında sponsorluklar dahil toplam pazarlama harcamaları 822 milyon TL'ye ulaşmış. THY'nin aynı dönemdeki net kârı ise 121 milyon TL olarak ilan edildi. 500 büyük sanayi kuruluşunun 6 aylık satış hasılat ortalamasının 400 milyon TL olduğu dikkate alınırsa, THY'nin pazarlama ve reklam için ayırdığı kaynağın ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılır.
Fakat kaynaklarını reklam ve pazarlama için cömertçe harcayan THY'nin, kendi çalışanlarına karşı, cimri olduğunu görüyoruz. THY yönetimi çalışanların ücret, sosyal haklar ve çalışma koşulları taleplerine kulağını tıkamış durumda. Bir yıldır zam yapılmadığı gibi çalışma süreleri uzatılarak ve kazanılmış haklar çiğnenerek ücretler fiilen düşürülüyor.
THY idaresi, 2013 dönemini de içeren toplu sözleşme sürecini bilinçli biçimde çıkmaza sürükledi. Halen toplu sözleşmenin nasıl sonuçlanacağı belirsiz. THY çalışanlarının büyük kısmının üye olduğu Hava-İş Sendikası'nın mevcut yönetiminin 14 bin üyesinden kopuk, bürokratik yönetiminin grev başarısızlığı da toplu sözleşmenin ötelenmesine neden oldu.
THY idaresinin yalnızca Türkiye'de değil uluslararası piyasalarda da son derece olumlu bir imaj yaratmak için şirket kaynaklarını fazlasıyla harcamasına karşın, çalışanların ücretlerini düşüren, çalışma koşullarını ağırlaştıran, yasa ve kuralları hiçe sayan uygulamaları ciddi bir çelişki. Reklam, pazarlama ve tutundurma faaliyetlerinin tümü irdelendiğinde THY'nin teknik kapasitesi yüksek, becerikli, kaliteli, güvenli, insana saygılı bir hizmet algısı yaratmaya çalıştığı anlaşılıyor. Fakat her nedense bu 'kaliteli hizmet'in yaratılmasında vazgeçilmez rolü olan binlerce çalışan ve onların beceri gerektiren emeğine hak ettikleri saygı gösterilmiyor.
Hiç mi katkıları yok?
Tam tersine, mevcut yasaların tanıdığı haklar çiğnenirken, mücadelelerle elde edilmiş meşru kazanımlar yok sayılıyor. Tıpkı Bertolt Brecht'in unutulmaz 'okumuş işçi' şiirinde olduğu gibi.
Okumuş işçi sorar: "...Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok! Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?" Biz de benzer biçimde sorabiliriz.
THY idaresinin övündüğü, uluslararası hat sayısındaki artış, milyonlarca yolcuya sunulan kaliteli hizmet ve uluslararası havacılık ödüllerinde çalışanların hiç mi katkısı yok?
THY idaresi şimdi bunlarla da yetinmeyerek sendika seçim sürecine doğrudan müdahale etmeye girişti. Ücret, sosyal hak ve çalışma koşulları bakımından çalışanları hiçe sayan 'sert yönetim anlayışı', şimdi sendikal haklara müdahaleye doğru genişletilmiş durumda. İdarenin kendisine bağlı sendika yaratarak, ücretler, sosyal haklar ve çalışma koşullarını kendi istediği düzeye indirmek istediği çok açık.
Uzun vadede ise böyle bir sendikayla havacılık sektörü çalışanlarının uysal, başı önüne eğik, koşulsuz itaat eden emekçilere dönüştürülmesinin amaçlandığını söylersek abartmış olmayız.
Böylesi bir sürecin sendikasızlaştırmaya evrileceğini de belirtmek gerekir.
Kamu denetimi yapılmıyor
THY idaresinin bu antidemokratik uygulamaları hayata geçirirken hukuka, havacılık geleneklerine ve kamuya karşı sorumluluk hissetmediği görülüyor.
Zaten 2011 yılına kadar en önemli resmi kamu kontrolü olan Sayıştay denetimine tabi olan THY, bu tarihten itibaren AKP hükümetinin kararnamesiyle kamu denetiminden tamamen muaf tutuldu. THY, piyasa mali müşavirlik kuruluşlarının bilanço kontrolü ve Sermaye Piyasası Kurulu'nun mali kontrolü dışında bir denetime sahip değil.
Toplam aktifleri 23 milyara, sabit sermayesi 15 milyara, toplam borçları 17 milyar TL'ye ulaşan THY'nin kamu denetiminden çıkarılması, THY idaresinin antidemokratik girişimleri için de büyük bir imkan sağladı. Diğer yandan, Hava-İş Sendika yönetiminin işçi tabanından kopuk, katılımcılıktan uzak politikaları, THY idaresinin havacılık sektörünün yerleşmiş geleneklerini, çalışma hayatının ilkelerini çiğnemesi için zemin yarattı. Yalnızca kamuda değil özel sektörde de sendikasızlık, şirketlerin çalışanları, toplumu ve çevreyi hiçe saymasına, çalışma hayatının yerleşmiş ilke ve hukukunun çiğnenmesine yol açtı. İşçi desteğini kaybederek zayıflamış sendikaların bürokrasisi de kendi koltuklarını korumak uğruna şirket yönetimlerinin baskılarına boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
THY'nin sosyal denetimi için kitle desteğine sahip, toplu sözleşme ve grev sorununu çözecek güçlü bir sendikaya ihtiyaç olduğu görülüyor. Kitle desteğini arkasına almış bir sendikacılık olmaksızın, THY'nin çalışma ilkelerine, hukuka ve kurallara saygı göstermesi de beklenemez, sosyal bakımdan denetlenmesi de mümkün olamaz. THY emekçilerinin işveren müdahalelerini aşması, imzalanmamış toplu sözleşmeyi yenilemesi ve grevi başarıyla sonuçlandırması için işçi tabanın gerçek talepleri ve ihtiyaçlarının sendikaya taşınması gerekiyor.
ERHAN BİLGİN – Radikal İki