Zerrin Aynaoğlu kimdir?
Zerrin Aynaoğlu, Ankara Koleji’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1971'de henüz öğrenci iken Narin Mensucat ile başlayan iş yaşamı Maden-İş Sendikası, Mizan İhracat, Türk Hava Yolları, Premier Halkla İlişkiler, LİSKUR, Trucco Tekstil, DEİK, BSEC BC, UKİ, Kültür 2000 gibi kuruluşlarda 2008'e kadar kesintisiz devam etti.
1974'de girdiği THY'den, 1990’ların Hava-İş grevinden sonra iş yeri temsilcisi ve uluslararası ilişkiler sorumlusu iken ilk sırada atıldı. Mahkeme kararı ile 9 ay sonra kabin memurluğu görevine döndü. Sendikanın sekter ve yetersiz tutumuna karşı Genel Kurulda önerilen 2. Başkanlık teklifini kabul etmedi. Bu defa TASSA Başkanlığına seçildi. Yeni toplu sözleşme sürecinde grev oylamasına gidildi.
İşveren ve Hava İş komplosuyla oldu bitti'ye getirilen bu oylamada uçucular neredeyse topluca grev aleyhine oy verdiler. İşveren kazandı ve bir önceki toplu sözleşmeyle sağlanan tüm haklar elden gitti. TASSA Yönetimi ve TALPA Başkanı Ertuğrul Bilişli'nin iş akitleri feshedildi. Destekleyenler topluca işten atıldı. TASSA yönetimi bir yıl TASSA'da yiten işler ve haklar için savaştılar. Kapıyı çalmaya bile korkan uçucular ve sendika desteğinden yoksun devam ettiler. İzlerini takip eden genç ekip TASSA yönetimine talip olduğu anda iş akitleri feshedildi.
19 yıl emek verdiği kabin memurluğuna, emeklilik haklarını bile alamadan veda etmiş bir emekçi Zerrin Aynaoğlu’nun yazısı:
Nasıl ‘Sararır’sınız?
Kapitalizmin henüz zaferini tescillemediği, yani sarının henüz keskin bir renk olmadığı siyah beyaz günlerde saflar keskindi. Patronlar hukuk dışına çıkmaktan kaçınır ama işyerlerinde bel altından vurur, bırakın mobbingi, aleni tehdit ve kurdukları çeteler ve hatta gizli dayakla işyerini asilere dar ederlerdi. İşten atmak pek makbul bir yol değildi.
Zira çoğu patron siyasetten besleniyordu. Özal’ın tek particiliğine kadar, imtiyazlı burjuvazi siyasetin eline bir başka biçimde bakıyordu. Siyasi partilerin tuzu kuru değildi. Dengeleri gözetmek zorundaydılar. İş hukuku bir yere kadar işliyordu ve işten atıp haksız çıkma olasılığı vardı. İstifaya zorlayacak kadar bunalttıkları asi işçiler hele bir de “komünist” damgası yedi mi fişlenir, iş hayatının kolayca dışına itilirdi.
70’lerin sınıf mücadelesi dışına itilen aydın işçi lokomotifleri bu itelenmenin sonucunda kendilerini bir entellektüel gettoda buldular. Basın ve reklam sektöründe öncü oldular. Paralandılar. İki anlamda da paralandılar. Paranın tadını almanın dışında döndüklerini itiraf edemeyecek kadar özeleştiriye yabancılaşma sonucunda kendilerine en psikopatından yeni benlikler geliştirerek paralandılar, param parça oldular.
Abi bu kuşak çok çekti. Gadre uğradı. Kişilik bölünmesini hoşgör. Bırak ulusalcı mı olacaklar, liberal mi olacaklar, Özalcı mı olacaklar, Tayyipçi mi, elleşme. Hoş gör. Örgütler utansın. Sahip çıkılabilseydi bu savrulma olmayacaktı. Biz bunları mumlayalım. Yatır yatır dursunlar oldukları yerde. Kelam etsinler.
Varsın işçiyi satsınlar. Onlar da ekmek yiyor, yani ekmek olmasa da pasta yemek herkesin hakkı. “Das Kapital” Kuranı Kerim değildir ama biz onun kelimeleriyle de oynarız evvel Allah. Ha sen “bilim kesindir” diyorsan biz öyle bir eğitim sistemi icat ederiz ki, bilimin kaç tarifi varmış görürsün.
70’lerin sınıf mücadelesinin hasbelkader içinde kalıp seksenleri gören işçi önderleri on yıl sendikacılığın tabelada kaldığı acı bir dönemi derinden yaşadılar. Darbe ardından Özal’ın giriştiği “neo işçi modeli”i başarılı oldu. “İşçisin ama işçi kalmayacaksın ha!” Bu yeni Türk rüyasıydı. Rüya iyi pişirildi ama 90’lara doğru dibi tuttu. İşçi kalmama ihtimali azalmış, köşeler tutulmuş ve ücretler dibe vurmuştu. Tekrar “Das Kapital”e sığınmanın zamanı gelmişti ama artık ondan anlayan pek kimse de kalmamıştı. Eskiler sümme hâşâ tövbekâr olup gettolarında geviş getirdiğinden meydan kendi yağıyla kavrulan Şemsi Denizer gibi liderlere kaldı. Özal tahtından indi. Yeni payitahta ortak sosyal demokrat koalisyon partisi işçi sınıfının boynuna atılan ilmekte en büyük payı aldı. Çalışma Bakanı Moğultay’ın kulakları çınlasın.
90’larda Özal döneminin en büyük işçi eylemi Türk Hava Yolları grevi olmuştu. Grev sonrası 900 kadar işçinin iş akdi fesh edildi. Bu işçi önderleri, baskı içinde geçen on yıla rağmen sağlam kalmış devrimcilerdi. Siyasi bilinci pekişmiş, sınıfsal deneyimleri efsanevi 900 örgütçü, bilinçli, aydın işçi. Bu insanları kaybetmek ordunuzu kaybetmekle eşdeğerdir. Ne kadar 68’lere öykünürsek öykünelim, bırak sınıf mücadelesinin el kitaplarını, herhangi bir romanı bile güçlükle okuyan işçilerimiz, sendikacılarımız var. Bu toplu bilinç kıyımı Hava-İş sendikasının can damarını kesmişti ama iktidarı da değiştirmişlerdi.
DYP-SHP iktidarı çok daha gaddardı. Moğultay elbette bu insanların işe iadesini desteklemedi. Sendika çok iyi bir toplu sözleşme imzalamış, işçilerin cebi dolmuş, grevin karanlığı geride kalmış ama kitlenin beşte biri işten atılmış. Hava-İş işçilerinin “işçi kalmama ihtimali” çoğalmış, topluca bir sınıf atlama moduna girilmiş. Ee, kimin umurunda onlara bu olanakları veren kahramanları kollamak.
Sınıf atlama moduna geçildikçe, atlanılan sınıf gitgide sizden uzaklaşıyor. Miktarlar yetmiyor. 70’li yıllarda bir arabası ve bir evi olmak bir başka sınıfa delalet ederdi. İki iş hanınız, bir iki eviniz, bir fabrika ya da dükkânınız varsa burjuvaydınız. Kürk giydiniz, mücevher taktınız, burjuvaydınız. Şimdilerde iki, üç milyon dolar servetle siz ancak yeni yetme bir vahşi burjuvasınız. Sermaye birikiminin seyri, havucu öyle bir göğe erdirdi ki Türk Hava Yollarının sendikacıları işçi-küçük burjuva-burjuva tanımlarını nasıl gözden geçiriyorlardır bilmiyorum. Ancak bildiğim 90’lı yıların grevinde kaybedilen 900 önderinin bizi bu günlere getirdiği. Hava-İş bu kayıpları kesilen sakal olarak değerlendirdi. Yeni işçi önderleri eskisinden daha gür yerine geleceklerdi. Genel Müdür Tezcan Yaramancı bu aymazlık karşısında çıtasını daha da yükseltti. Kabin memurlarında ve pilotlarda toplu kıyımlara girişti. İşten atılanların rakamları büyüdükçe sendika küçülüyordu. Bugünün Hava-İş iktidarı, 23 yıllık yönetimi süresince tek yetkili organ olduğu sektörde gücünü yitirdi. Sivil Havacılığın kaçta kaçını temsil ediyor? İktidara geldiğinde tümünü temsil ediyordu. 90’ların icadı olan toplu işçi kıyımı karşısında eli kolu bağlı kalan Hava-İş bu gün 305 üyesini geri aldırmaya çalışıyor. 90’dan beri grev yapmadı. 90’larda ilk toplu kıyım olduğunda grev silahını kullanmadı. 23 koca yıl geçmiş. Türk Kapitalizminin artık Allah katında da güç kazanmasını, fenafillâh mertebesine ermesini beslemişsiniz. Heyhat, ilk defa bir kitlenin arkasına geçip işe döndürmek için grev silahını kullanacaksınız. Grevi yasaklatmayı da başarıyorsunuz. Siz iktidara geldiğinizde sıkıyönetim kuralları halen daha geçerliydi. Türk Hava Yollarının her organına MHP’liler hâkimdi. THY çalışanları öyle sinmişti ki, baskı öyle yoğundu ki kuş uçuramazdınız. O kitle ne koşullarda örgütlendi ve koca bir grev başarıldı. Demek ki örgütlenme kadroların eseriymiş. Ne oldu? Sakal tutmadı mı? İşine son verilenlerin röportajlarını izlerken eylemde nerdeyse tesadüfen bulundukları izlenimini ediniyor insan. Bilmeden sendikanın maşası olmuşlar. Yirmi üç koca yılda sizler bu kabin memurlarını bilinçlendiremediniz mi? Yoksa bilinçlenmiş her üyeye kuşkuyla mı bakıyorsunuz ve bu seviye sizin için yeterli mi oluyor.
“Sarı sendika” derdik işverenin kurduğu sendikalara. Sararmanın bu modelini görmemiştik henüz. Yani yaprak gibi kendiliğinden sararanını… Hep ketenperede kalırız. Bak Tayyip bey onu yedirmem, bunu yedirmem, örgütüne mutlak sahip çıkma taktiğiyle gücü eline geçirdi. Eleştiri yapıp Hava-İş’i yıpratmayalım. İyi de ya bu sendika bir iç eleştiri mekanizmasına sahip değilse. İşverence davranıp kendisini eleştirenleri uzaklaştırıyorsa. Tasfiye ediyor, uzlaşmıyorsa. Gökkuşağı gibi kendi içinden çıkmış bir grupla bile konsensüs kuramıyorsa. Eleştirileri düşman yaratıp provoke ederek savuruyorsa. Kendine yeni bir benlik yaratıp 70’lerin Atilay Ayçin’ini hiç hatırlamıyorsa?
Sendikasızlaştırılan uçuş ekiplerinin sendikaya üye edilmeleri, o işyeri temsilcilik odaları bizzat dişe diş mücadeleyle sağlandı. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük sendika lideri İsmet Demir, sendikacılık adına bahşedilenler ancak bir araçtır derdi. ‘Yapı İş Sendikası günü geldiğinde binalara sığmaz. Günü geldiğinde bir klasöre girer. Olanaklar sonuna kadar kullanılmak içindir. Güç yürektedir’ derdi.
Hava- İş Sendikası iktidarın meydan okumasını görüp, mal varlığını ve tüm olanaklarını dişe diş bir mücadeleye hazırlanıyor mu? Topyekun siperden başlayabilecek mi? Yoksa gittiği yere kadar. Bu iktidarda bir gün gider. Ben neler gördüm deyip kuluçkaya mı yatacak? İşe iade konusunda ciddi bir harekâta girişmeyi, gözü kesmiyorsa, yani geçmişte yaptığı hataları yineleyip zaman kazanıyorsa, ‘elimden geleni yaptım’larla ömür boyu da iktidar olur.
Sakın ağaca bu sarı yaprağı yapıştıran bizzat kapitalizmin eli olmasın?
Düştüğünde kaçacağı bir rögar bile olmayacak.
www.soldefter.com