Sen menim kim olduğumu bilir misen?
Yeryüzünde çok sorgulamıştım.
Suudi Arabistan'dan İngiltere'ye... Nijerya'dan Paris'e... Şam'dan Berlin'e... Bağdat'tan Ankara'ya kadar bakmadığım yer kalmamıştı.
Bir defasında Avrupa'nın en köklü demokratı Havel'e sormuştum.
Rahmetli Özal tanıştırmıştı.
Çek Cumhuriyeti'nin eski başkanı Vaclav Havel...
Bir siyasetçi değil de daha çok bir edebiyat adamı olarak...
İki kutuplu bir dünyadan, demokrasiye pusulasız bir macerayla nasıl geçtiklerini anlatmıştı.
O demokrasiyi halka tiyatro salonlarında sevdirmişti.
Sonra Erdal İnönü ile Saddam'a gittiğimizde sormuştum.
Görüşmeden önce kemerlerimize kadar arattırmıştı bizi diktatör.
6 kez yer değiştirmiştik bizi kabul etmeden önce.
Aynı korkuyu Kaddafi'nin çadırında da görmüştüm.
O zaman da anlamıştık...
Demokrasi ne kadar cesaret istiyorsa...
Diktatörlük de bir o kadar korkudur aslında.
Beşar Esad'la Halep'teki sarayında konuşurken, Erdal Şafak sormuştu:
- İnterneti neden kısıtlıyorsunuz?
Şimdi kanlı bir bahçeye dönen sarayın kabul odasında, buz gibi bir hava esmişti bu soru yüzünden.
Korku ve baskı, diktatör ve paranoya böyle bir şey işte.
Saddam korkusuyla ülkesini terk eden El Sabah, ailesiyle birlikte Ürdün'de Hilton Oteli'ne sığınmıştı.
Onu ziyaret ettiğimizde de görmüştüm aynı korkuyu.
Vatanseverlik, özgürlük ve demokrasi, parayla, petrolle satın alınamadığı için Hilton'a kaçmıştı emir.
Demokrasi ve özgürlük yürek istiyordu çünkü. Ruh istiyordu.
Peki bütün bunları neden mi yazıyorum?
Yeryüzünde gördüğüm şeyi 11 bin metrede yine gördüm de ondan.
Kabin Amiri Ceyda gösterdi bu defa demokrasi kültürünü...
BUSİNES CLASS YOLCUSU
Barcelona'ya doğru uçarken bir ara baktım bir hostes uçağın koridoruna çömelmiş bir yolcuya uzun uzun bir şey anlatıyor.
Dakikalar geçti durum aynı.
Bir ara yolcunun sesi yükseliyor.
"Seni işten attıracağım!"
Hostes ayağa kalkmadan büyük bir incelikle anlatmaya devam ediyor.
"Bana ismini soyadını ver!"
Önce anlamadım.
Sonradan kabin amiri olduğunu öğrendiğim Ceyda'nın yüzü bembeyazdı.
Sinirlerine hâkim olmaya çalışıyor. Ayağa kalkmıyor. Sesini yükseltmiyordu.
Belli ki içinde bir öfke volkanı patlıyor ama, o bunu hiçbir şekilde sesine bile yansıtmadan anlatmaya devam ediyordu:
"Efendim. Bu mümkün değil... O yolcuyu Busines Class'a alamayız."
- Alırsınız.
- Lütfen zorlamayın benim yetkimde değil...
Tartışma uzuyor.
Ardından yolcu bu defa ön taraftaki perdeyi kapatıp tehditlere devam ediyor:
"Sen menim kim olduğumu bilir misen?"
Belli ki Azerbaycan'da önemli bir isim.
Çoluk çocuk bütün ön tarafı kapatmışlar.
Ama bir türlü anlamıyor. Kural, saygı, nezaket. Hiçbiri yok.
"Adını soyadını ver. Seni şikâyet edeceğim..."
Baktım Ceyda'nın elleri titriyor. Ama kendini tutuyor, nezaketini bozmuyor…
Fatih Çekirge’nin yazısının devamı için TIKLAYINIZ…