Bundan bilmem kaç yıl önce hem boşluktan hem de paramın cebimi yakmasından olacak Brezilya’ya gitmiştim. Geçen gün çekmecemi karıştırırken bir uçak bileti koçanı buldum. Brasil-St Paolo gidiş bileti. Tam Linhas Aereas Hava Yolları’na ait. Birden her şeyi hatırladım... Rio’da sansüre ziyan üç hafta geçirdikten sonra Brezilyalılar’ın öve öve bitiremediği, 21’nci yüzyıl kenti dediği Brasil’e gitmiştim. Kırk sekiz saat beton yığınlarının arasında dolaştıktan sonra otelin zemin katındaki seyahat acentasından bir bilet alarak St Paolo’ya gitmeye karar verdim. Havaalanında bir otobüse bindirilerek uçağın yanına gittik. Kafamı kaldırıp önünde durduğumuz kanatlı kalıntıya bakınca az daha dudağım uçukluyordu. Çift pervaneli, gövdesinde yer yer pas izleri bir... bir şey duruyordu. Bildiğim bütün duaları mırıldanarak içeri girip, tavanı iyice alçak olduğundan iki büklüm, pencere kenarı bir yer bulup oturdum. Ha az daha unutuyordum, öyle sıra numarası koltuk numarası falan yok bindiğimiz alette. Öyle boş bulduğun koltuğa oturuyorsun. Neyse.. aradan üç beş dakika geçti geçmedi, yolcular oturdu, ilişti, bir adam girdi içeri. Bir haftadır traş olmamış, ayağında tokyolar, haki renk bir şort ve alacalı bulacalı bir gömlek. Hemen ardından da ben diyeyim yüz siz deyin ikiyüz kilo bir yaratık yalpalaya yalpalaya içeri daldı. Şöyle bir baktı, bizi göz kararı tarttı, sonra en önde oturan iki adama bir şeyler söyledi... adamlar davrandı, uçağın tek giriş kapısına asıldı, kapı gıcırdadı, kapandı... kapanmadı... aralık kaldı... çektiler de çektiler olmadı... sonra, valla billa, tekmelediler... ama kapı gene yarı aralık... sonra dev anası bir şeyler daha söyledi, adamlar koltuk altından gri/sarı karışımı bir yastık çıkarıp kapı boşluğunu tıkamaya koyuldular... tıkadılar da... sadece bir karış kadar bir boşluk kaldı. Sonra kadın... ya da benzeri... Portekizce konuştu da konuştu.... Derken durdu... bir geğirdi valla alkol kokusu ta burnuma kadar geldi ki ben arkalarda bir yerdeydim. Bu kez İngilizce’ye geçti, o da benim yüzümden herhalde. Çünkü benden başka yabancı yok uçakta. Diğer yolcular kadere boyun eğmiş yerli garibanlar, bir ben yabancı şapşal, gidip turnayı gözünden vurmuşum. Neyse... İngilizce bir şeyler söyledi hostes hanım (!) ‘you go...me go...everybody go go..’ gibilerden bir laf salatası. Derken çantasından bir kitap çıkardı ve İngilizce, heceleye heceleye okumaya başladı. Okuduğu ne biliyor musunuz? Uçakta bomba patlarsa ne yapmamız gerektiğini anlatan bir şey! Ulan ne biçim iş bu!? Ne bombası? Kim koymuş!? Yanımda oturan adam telaşımı gördü ve kırık dökük bir dille anlattı sonunda: ‘Hostesin okuduğu Arjantin-İngiltere Falkland savaşından kalma bir savunma el kitabı. Uçak Arjantin yapısı... el kitabı da uçakla gelmiş. Bu havayolunda hemen hemen kimse doğru dürüst yabancı dil bilmediğinden senin gibi bir turist gördüler mi hemen bu kitaba davranıyorlar...sen dert etme...’ Neyse... bir süre sonra havalandık... ve bir şarkı başladı uçakta... yolcular bir ağızdan söylüyorlar. Meğer uçak düşmesin diye ilahi okuyorlarmış! Onlar İsa’ya dua eder ben hababam besmele çekerim! Kaç saat uçtuk bilmiyorum ama.. yere inince terminale kadar iki de bir eğilip toprağı öptüğümü çok iyi hatırlıyorum!
Aziz ÜSTEL-Star