Hava-İş genel kurulunda seçilen yeni sendika yönetiminin ilk icraatı işverenle 29 Mayıs 2012’deki eylem nedeniyle işten atılan 305 THY çalışanının işe iadesi konusunda anlaştıklarını açıklayarak grevi sonlandırmak oldu. Aradan geçen yaklaşık iki aylık sürenin ardından işçilerin işe iade şartları belli oldu. Sendika yönetiminin, işverenle yapılan pazarlıkla ilgili imzalanan protokolün şartlarını açıklamakta ayak diretmesi nedeniyle oluşan kuşkular, ortaya çıkan sonuçla doğrulanmış oldu.
Söz konusu protokol uyarınca özetle, işe iade davası sonuçlananların yüzde 80, sonuçlanmayanların yüzde 100’le olmak üzere tamamı yeni işe girmiş gibi değerlendirilecek, bunun karşılığında davası devam edenler davasından vazgeçecek. Yani davası devam edenlerle işe iade davalarından vazgeçmeleri halinde yeni iş akdi imzalanacak.
Kuşkusuz üyelerini örgütleme ve mücadeleye sevk edebilme yeteneğine sahip bir sendikanın var olması halinde sonucun çok farklı olacağına, sadece kanundan ve mahkeme kararlarından kaynaklanan haklardan değil, mücadeleyle kazanılabilecek yeni haklardan söz etme imkanımız da olabilirdi. Ancak önümüzdeki sendikal tablonun bunun çok gerisinde olduğu açık. Dolayısıyla bu protokolün en azından çalışanların yasaların ve mahkeme kararlarının gereğini yerine getirip getirmediğini irdelemek gerekiyor. Yani sendikanın geçelim mücadeleyi, uzlaşma görevini yerine getirip getirmediğine…
İşe iade davaları lehe ya da aleyhe sonuçlananlar bakımından yaşanacak en önemli hak kaybı yüzde 80’le işe başlamaları ve bunun süresinin belirsiz olması. Bunların neden yüzde 80’le başlatıldığının bir açıklaması olmadığı gibi, ne zamana kadar böyle devam edeceğine ilişkin de netlik yok. Ancak asıl sorun işe iade davaları devam edenler bakımından oluşuyor. Bu arkadaşların işe başlangıçlarının yeni başlayanlarla aynı şartta olması zaten yıllık izin, pas hakkı gibi pek çok konuda hak kayıplarına yol açıyor. Diğer yandan bunlar çalıştıkları süreler bakımından doğmuş olan kıdem ve ihbar tazminatı haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılıyorlar. Davaları kaderin bir oyunu olarak Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’ne düşenler ve bir hukuk garabeti sonucunda işe iade talepleri reddedilenlerin dahi iş akitlerinin haklı değil geçerli sebeple feshedildiğine hükmedildiği göz önüne alındığında, tüm çalışanların hak etmiş oldukları kıdem tazminatlarını koruyacak bir düzenlemeye gidilmesi gerektiği açıktır.
Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta, işe iade davalarından feragat etmelerinin doğrudan doğruya kıdem ihbar tazminatlarından vazgeçtikleri anlamına gelmeyeceğidir. Ancak işe geri dönüşler aşamasından bu haklardan vazgeçileceğine dair bir ibraname dayatılır ve bu imzalanırsa bu haklarını kaybedeceklerdir. Ayrıca bu alacaklar bakımından zamanaşımı süresinin fesihten itibaren 10 yıl olduğu dolayısıyla bu alacaklarla ilgili 8 yıl içinde dava açılmazsa da bu hakların kaybedileceği unutulmamalı. Dolayısıyla bu tazminatlar güvence altına alınmadan imzalanan protokol işçilerin aleyhinedir. Çok önemli diğer bir husus da işçilerin iş güvencesiyle ilgilidir. İş Kanunu’nun 18. maddesi gereği işe iade davası açabilmenin ön koşullarından biri işçinin altı aylık kıdemi olmasıdır. Yeni iş akdi imzalanması, halinde işverenin altı ay içinde iş akitlerini hiçbir neden gözetmeksizin feshetmesi tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle işveren iş başlangıcından itibaren 6 ay içinde iş akitlerini feshederse işçilerin işe iade davası açma hakkı olmayacaktır. Bu hususta bir düzenleme yapılmadan yapılacak bir protokol de işçilerin aleyhine olacaktır.
Tüm bu tabloda görünen bu protokolün işçilerin değil, işverenin ve yeni sendika yönetiminin çıkarları doğrultusundan hazırlandığıdır. İşveren tecrübeli personeli bir yandan düşük maliyetle çalıştırırken, diğer yandan kamuoyuna işçileri geri aldığı söylemiyle imaj düzeltme peşindedir. İşverenin açık desteğiyle yönetime gelen yeni sendika yönetimi de bir yandan bu negatif algıyı değiştirmeyi, diğer yandan “Çatışmacı değil” uzlaşmacı, işverenle yakın ahbap çavuş ilişkisi kuran sendikal anlayışın işçinin lehine olduğu yalanını yutturmayı amaçlamaktadır. Kuşkusuz, yaklaşık iki yıldır işlerine geri dönmeyi bekleyen THY işçileri için geri dönüş “kötünün iyisi” olarak görüp bu protokolü imzalayabilir. Ancak bu protokol onlara ölümü gösterip sıtmaya razı eden işveren ve sendikanın önümüzdeki dönemde bütün çalışanlar için daha büyük hak kayıplarına yol açacak politikaları elbirliği ile hayata geçireceklerinin göstergesidir. Bugün en azından bunun farkında olarak hazırlıklı olmamız gerekmektedir.
Genel kurulun ardından yaptığımız şu saptamaların doğruluğu ortaya çıkmaktadır. “Şimdi meşruiyetlerini işverenden alacakları tavizlerle sağlamaya çalışacaklar, hatta bir önceki yönetimin “mücadele ederek” alamadığı haklar işveren tarafından “uzlaşmayla” işçilere hediye edilebilecektir. Ancak THY patronlarının yeni sendika yönetimiyle uyum içinde sömürüyü arttıracak politikalar izleyeceği günleri görmek için çok fazla beklememiz gerekmeyecektir.”(1) Mevcut sendika yönetiminin üyelerine yabancılaşmış, bürokratik sendikal anlayışın, seleflerinden daha kötü bir versiyonu olduğu ilk icraatlarıyla doğrulanmıştır. İşçilerinin karar alma sürecine katılabileceği, üyelerine rağmen değil, üyeleriyle birlikte hareket edecek yeni bir sendikal anlayışa sadece havacılık sektöründe değil her yerde ihtiyaç duyduğumuz gerçeği bu olayla bir kez daha kendini göstermiştir.
Cem Gök’ün Airkule.com’da yayınlanan yazısı için TIKLAYINIZ: “Sendikaların sefaleti, sefaletin felsefesi”