SES:
Platon, “Timaeus & Critias” isimli eserinde sesi “havanın kulaklar aracılığıyla beyin, kan ve ruha indirdiği bir darbe gibi bir şeydir” şeklinde açıklamıştı.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre kulağın duyabildiği titreşimdir. Bilimsel olarak ses, titreşen bir cisim tarafından yaratılan bir dalgadır. Ses dalgasını aktaran ortam genellikle havadır, ancak su veya çelik vb. çok değişik ortamlar da ses dalgalarını aktarabilir.
Ses, canlıların işitme organları tarafından algılanabilen periyodik basınç değişimleri olup katı, sıvı veya gaz ortamlarında gelişen mekanik düzensizliktir. Bu maddedeki moleküllerin titreşmesiyle olur.
Ses dalgasının bir noktadan geçen sıkışma sayısından oluşan bir frekansı vardır. Bu da Hertz (Hz) ile gösterilir. 1Hz birimi= 1titreşim/saniye dir. Bilindiği gibi insan kulağı 20Hz ile 20.000Hz arasındaki sesleri algılar. Yaşlandıkça üst eşik değerlerin düşmesiyle 20.000Hz’e yakın sesleri duyamayabiliriz. Oysa yarasalar 120.000Hz, yunuslar 200.000 Hz’e kadar olan sesleri duyabilirler.
Farabi, ses üzerinde uzun süren deneysel çalışmaları sonucu, havadaki titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını bularak bu konuda önemli bir keşif yapmıştı. Bununla müzik aletlerinin yapımındaki temel kuralları da yerleştirmişti. Bu arada müzik aletlerinden kanunu da keşfetmişti.
İnsanın her gün kulağına çarpan seslerin şiddet aralıkları çok farklıdır. Fizikçiler bu şiddeti ölçebilmek için 10’un katlarına dayalı bir ölçek sistemi geliştirmişlerdir. Bu logaritmik ölçeğe “desibel (dB)” ölçeği denilir. Bizim duyma eşiğimizden 10 kat daha güçlüsüne ait ses seviyesine 10dB denilir. 120dB işitme acısı verebilecek alt eşik değer, 140dB jet uçağının havalanması (ortalama), 160dB kulak zarının delinmesi gibi önemli noktalardır. Duyma kaybı çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Ancak günümüzde en çok karşılaşılan türü 100dB üzerindeki seslere sürekli olarak maruz kalınmasıdır. İstatiksel olarak erkeklerin işitme kaybı aynı yaştaki kadınlara oranla daha fazladır.
Sesin havadaki hızı genelde saatte 1.200km dir. Bu değer, basınç ve sesin aktığı ortamın yoğunluğuna göre değişir. Ortam yoğunsa (deniz seviyesi), sesin hızı bu değerdedir. Yükseklere çıkınca yoğunluk azalacağı için sesin hızı azalır. Örneğin yüksekten uçan uçakların sesleri çok az ya da duyulmaz olur.
Ses titreşir, zerreler halinde mekânları aşarken biçimlere dönüşür: Dönüşürken de sönümlenene kadar dönüştürür. Her ne kadar bir kısım insana göre ses medeniyetin ölçüsü varsayılsa da, doğanın kendi seslerinin ayırdına varabilmek çok önemlidir. Görünürde sürekli olarak hiçbir sistem belirli düzeyden daha hassas şekilde ölçülemediğinden, birbirine çok yakın ses değerleri de ayırt edilememektedir. Bu nedenle ses dalgalarının yüksekliği her an değil, belli aralıklarla ve sadece kısıtlı doğrulukta kaydedilse bile bu eksik ses verisini hiçbir insan, ses sinyalinin özgün halinden ayırt edememektedir.
Ses yitimi (Afoni), fiziksel ya da ruhsal bir bozukluk nedeniyle konuşma sesinin hiç çıkmamasıdır. Osmanlıcada Farsça kökenli “Lâl olmuş” sözü-dili tutulmuş, sesi kayıp anlamında kullanılırdı.
Ses bilimi, anlam ayrımı oluşturan yakın ses birimlerini, dil yapısı bakımından incelemektedir. Ses, akustik verinin tecrübe ve manipülasyonuna açık olmakla birlikte, bilimsel ölçünün nesnel öğesi olarak kavramlaştırılmıştır. Ses bir yandan uzamdaki titreşimler olarak yorumlanırken, insan dünyasını hayvanlarınkinden ayıran dilin semantik nesnesi olarak analiz edilmiştir. Platon’dan itibaren insan, hayvan ve diğer duyulan tüm sesler için phone (fonetik) sözcüğü kullanılmıştır. Aristoteles’e geldiğinde ayrıma gitmiş, “Poetika” isimli eserinde sesle-söz arasındaki farkı “insan konuşan, mantıklı hayvandır” ifadesiyle belirtmişti. Çünkü Logos (söz-us ile kavrama), temelinde anlam üretmeyen diğer doğa seslerinden ayrıştırmıştır. Ses dilin (lisanın) parçalanamayan en küçük öğesidir.
Ses titreşme dayandığı için geçicidir. Bir kaynaktan çıkan sesin –belli şartlarda- yankısı vardır: Geri gelir ama bu gelen “orijinali” değildir. Değişir, dönüşür ses, seda-aksiseda olur. Mitolojide de yankı, başkalaşımın hem nesnesi hem de öznesidir. Başkalarının sözlerini tekrar etmekten başka bir şey söyleyemeyen Ekho ile kendi imgesinden başka bir şey göremeyen Narkissos arasındaki iletişim, sesli ve imgeli olmasına rağmen daha başlamadan bitmiştir…
Görüntü yönsel, ses ise hem yönsel hem de sarmalayıcıdır. Üç boyutlu uzamsal bir algıdır. Gözün aksine kulağın bir kapağı yoktur, kendiliğinden kapatılamaz. Akuzmatik ses, sahibinin görülmediği ama işitilen insan sesine denir. Dolayısıyla görülür olan kadar, kaynağı açığa çıkarabilecek kadar güçlüdür. İnsanlar için tek ya da iki kulakla ses kaynağı, yön ve uzaklık bakımından değeri farklı olabilmektedir.
Kendi sesimizi kafamızın içinde üretir ve o sesi ilk önce biz kendimiz kafamızın içinde duyarız. O nedenle iç sesimiz yabancı bir ses olarak bize geri döner. Nefes, insan ve hayvan seslerinin rüzgârıdır. Nefese tutunan ses hem bedene aittir hem de değildir. Yunan mitolojisinde Sirenlerin (Sesleriyle denizcileri büyüleyip avlayan bir tür denizkızları) büyüleyici seslerinin gücüne dair öngörülen şey, seste içle-dış arasındaki bağlantı sonucu aklımızı başımızdan alarak kesin bir felakete, ölümcül bir keyfe götürmesidir. Psikoz mekanizmasının “sesler duyma”, sesin kendisine ilişkin olan sanrısal özelliğinin kullanıldığı yer burasıdır: Sesler, dış kaynağı olmaksızın tümüyle kafamızın içindedir.
Ses, kendi zamanında ikamet eder ve hızla dağılıp gider. Genellikle arkasında iz bırakmaz. Doğada ses aracılığıyla seyir sistemimiz, saatimiz ve takvimimiz olarak uzamda konumlanırız. Teknolojinin çok gelişip yetkinleşmesi bile bu özelliği yok edemez. Ses, havada tüm fiziksel veya toplumsal sınırları ihlal ederek, kolayca denetlenemeyecek şekilde özgürce yol alır. Ses, bir kültürün diğeri hakkında bir şeyler öğrenebilmesinin en etkin ve basit yoludur. Toplumsal yaşamımızda ses (her türlü ses-gürültü), farkında olduğumuzdan çok daha merkezdedir. Tarihsel, dinsel ya da politik iktidarın söz olarak sesle işe koyulmasının temeli budur. Her şeyi gören ve duyan iktidar (!) için ses, tek yönlü buyruktur.
Sesler kulağımıza ulaştığından itibaren ruh hallerimizi biçimlendirir, yaşamlarımızı düzenler. Örneğin II.Dünya savaşında BBC radyoyu, ulusu ses aracılığıyla birbirine bağlamanın önemli yollarından biri görerek programlar yapmıştı. Oysa Naziler, radyo sesini Alman halkı arasında tek düşünde biçimini oluşturmak (Hitler ve partisinin politikaları) için kullanmıştı.
Tarihte insan sesi bedensiz olarak, ilk kez A. Graham Bell’in 1876’da telefonu icat etmesiyle başka bir noktaya taşındı. 1877’de T. Edison ve Charles Cros tarafından keşfedilen fonograf, seslerin kaydedilmesinde bir dönüm noktasıydı. 1887’de ses kaydetme özelliği olmayan ama önceden düzenlenerek saptanmış sesleri istenildiğinde çalabilen gramofonla, başta insan sesi olmak üzere mekânda kaynağından özgürleşen ses, çok büyük adımdı.
Eşik altı ses, insanın duyma eşiğinin altındaki bir frekansta, insan bedeni dâhil tüm katı maddelerde titreşim yaratan sestir. Eşik altı sesi çıkarabilen bir aracı keşfeden Rus asıllı Fransız V. Gavreau, düzeneğin 8 km içinde her canlıya zarar verebileceğini belirtmişti. Şiddetine göre duvarları devirip, camları kırabilen, hırsız alarmlarını da çalıştırabilen bu araçla askeri kaynaklar büyük gizlilik ve hırsla ilgilenmektedirler!
Monofoni, müzikal malzemenin insan kulağının işitme yeteneğine, bütün sesleri ve aralıkları algılayabilme potansiyeline göre örgütlenmesini anlatır.
Seslerin biçimsel güzelliğini ve duygusal ifadesini birleştirme sanatı olan müzik (Müzik tanımı olarak organize edilmiş sesler de kullanılır. OGB), dinleyicilerde estetik bir etki uyandırabilmek için uyumlu bir ses sıralamasını üretecek şekilde tasarlanır. Temel olarak ritim, müziğin kalp atışlarıdır. Bu ses hamilelikte bebeğin anne karnındayken, annenin kalp atışlarıyla kişinin yaşamına girer.
Müziğin kişide yarattığı duygular değişmekle birlikte beynin işitme merkezi ve kişilik merkezine yakın bölgede (sağ orbitofrontal kıvrım) kan akışının hızlanmasına, duygular ile hafıza arasında köprü görevi gören bölgesinde (sağ amigdal) hoşlanma durumuna -akımın artmasıyla- yol açar. Kulağa hoş gelmeyen müzikte (genellikle gürültüde) bu bölgelerin kan akışında ise tam ters etkiye yol açar.
Sanayi üretiminde W.Taylor’un endüstriyel verimlilik konusundaki teorisinde (Taylorizm) özellikle montaj hattı gibi monotonluk ve sıkıcılığı kısmen ortadan kaldırıp, verimliliği arttırmak için müzik gibi farklı ses yayınları kullanılmıştır. Ama burada esas nokta, son aşamada patronun daha çok kazanmasına yönelik bir faaliyetti. Ne ki günümüzde ses (özellikle müzik yayını) tüketicileri alışveriş davranışlarını -arttırma yolunda- değiştirmek için mağaza ve alışveriş merkezlerinde aynı yöntemin kullanılması ibretliktir.
Modernite ve kent yaşamının insanlara dikte ettirdiği AVM lerde yürüyen merdivenler, ticari birçok anonslar, müzik vb. kulaklarda hiçbir sesin ayırt edilmediği, kaynağı belirsiz bir uğultu olarak birikir. Şehrin sesleri üzerine birçok belgesel, kısa metrajlı filmler tüm dünyada yapılmıştır. Türkiye’den Metin Akdemir’in “Ben Geldim Gidiyorum-2011”, Fatih Akın’ın “Crossing the Bridge: Sounds of İstanbul -2005”, Giulia Frati’nin “İstanbul Echoes -2017” vb. filmlerinde şehrin arka plan gürültüleri -seyyar satıcılar, hurdacılar, vapurlar, inşaat sesleri vb.- şehrin müzikal (!) mozağini oluşturmaktadırlar.
Yeryüzünün uğuldaması (gezegenin sesi) belli sessizlik koşularında keşfedilmişti. 2.9-4.5 miliHz değerindeki yeryüzü sesi, insanın alt duyma eşiğinden 10.000 kat daha küçüktür. Araştırmacılar bu konuda veri toplayıp incelemeyi sürdürmekle birlikte bu sesin kesin açıklamasından henüz çok uzağındadırlar. Yeryüzü uğultusunun en çok dinlenilebilen konumun başında okyanuslar olup, içindeki diğer sesler ayrıştırılarak incelemeler sürmektedir.
İslamiyetle Hıristiyanlığın ayrıştığı temel noktalardan birisi de sesin kullanımıdır. Dini vecibeler konusunda Müslümanlık ne denli zorda kalırsa kalsın -başta eğitim- sesten vazgeçmez (ezan, hutbe, mevlit vb.). Oysa Hıristiyanlıkta ortaçağdan itibaren okuma yazması olmayanlar için resimlendirilmiş kutsal kitabı (Biblia Pauperum) vardır, eğitim ve ibadet için rehberdir…
Konuşmada “es” vermek sesi güçlendirir, fikirleri birbirinden ayırarak daha belirgin kılarken, dinleyene kavrama ve düşünme zamanı tanır.
Ses özgür değilse, ne sessizlik ne de gürültü özgürdür.
Devam edecek...