Soma’da yaşanan felaketle ilgili medyada görüşlerini bildiren akademisyenlerin, tecrübeli madencilerin hemen hepsinin ortak söylemi, Türkiye’de bu tür facialardan ders çıkarılması gerektiğiydi… Meseleye sadece facianın yaşandığı maden ocağı üzerinden bakılmamalı, olayın nedenlerini tespit edip, sorumluları aramanın ötesinde bir şeyler yapılmalıydı… Bu tür facialarla, iş kazalarında dünyanın önde gelen birkaç ülkesi arasında olmanın gerekçeleri ortaya konurken, sistem her yönüyle sorgulanmalı ve her detay en başından ele alınmalıydı… Evet, bunların hepsi doğru saptamalar… İş kazalarının nedenlerini ele aldığımızda ilk akla gelen faktörler arasında düşük maliyet hesaplarıyla taşeronlaştırma, işçi güvenliğinden verilen tavizler, ucuz işgücü politikaları, sendikasızlaştırma ya da etkin sendikaların gücünün kırılarak etkisizleştirilmesi sayılabilir. Akademisyenler, madenciliğin deneyimli isimleri bu konuda benzer görüşler bildiriyorlar ancak benim dikkatimi çeken, yıllarını bu alanda tüketmiş isimlerin, yapılması gerekenler konusunda pek de umutlu olmamaları… Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda; şimdiye dek yaşanan olaylar ve akabinde yapılanlar ya da yapılmayanlar, bu insanlarımızın boşuna “umutsuz” olmadığını gösteriyor. Geçmişte yaşanan çok ölümlü maden ocağı kazalarından sonra neler oldu? Bağımsız kurullar tarafından sağlıklı incelemeler, tespitler mi yapıldı? Sorumlulardan hesap mı soruldu? Hayır, hiçbir şey yapılmadığı ortada!
Çünkü iktidarın, dünyanın en büyük ekonomileri arasında olduğunu iddia ettiği Türkiye’de, “ödüllü (!)” maden ocağında 21’inci yüzyıl teknolojileriyle, işçi sağlığı ve güvenliğinin tam anlamıyla korunduğu koşullarda mekanize üretim olmalıydı. Oysa Soma’da, 19’uncu yüzyıl vahşi kapitalizm koşullarının hüküm sürdüğü, madencilerin neredeyse köle gibi çalıştırıldıkları ortaya çıkmıştır. Belki de bunun etkisiyle, başbakan faciayla ilgili açıklamasında 19’uncu yüzyılda gerçekleşmiş iş kazalarının bilançolarından örnekler verdi. Maalesef 21’inci yüzyılda adına “demokrasi” denilen sistemin uygulayıcısı olan aktörlerin, Soma özelinde olduğu gibi madencilere, Türkiye genelinde de başta inşaat olmak üzere taşeronlaştırılmaya uygun olan sektörlerde, emekçilere karşı ellerinde bir kamçıları eksiktir! Sonuçta demokrasi bu aktörler eliyle “kamçılı demokrasi” haline dönüştürülmüştür.
Onbinlerce insanımızı yitirdiğimiz Marmara depreminin ardından geçen yıllarda inşaat sektöründe ne değişti? İstanbul’da binlerce riskli bina olduğu gibi durmuyor mu?
Yeni yapılan inşaatlarda kalite yükseldi mi, denetlemeler gerektiği gibi yapılıyor mu?
Gelelim ulaştırma sektörüne… Önce faturası iki makiniste kesilen Pamukova’da 41 kişinin öldüğü hızlandırılmış tren kazasının davası bile zaman aşımına uğrayıp düşmedi mi?
World Focus’tan kiralanan uçağın düşmesiyle 57 insanımızın yaşamını yitirdiği ve aslında taşeron sistemine bir örnek oluşturan Isparta kazası hangi sonuca ulaştı?
Amsterdam’da düşen THY uçağı kazasının sonuçları yeterince değerlendirildi mi?
Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak sorulara olumlu yanıt verebilmek mümkün değil… Dolayısıyla madencilikte olduğu gibi diğer tüm sektörlerde de tablo pek farklılık göstermiyor.
Havacılığa baktığımızda, taşeronlaşma tüm hızıyla gerçekleşti. THY, önce Teknik A.Ş’yi bünyesinden ayırdı. Daha sonra gerek THY gerekse THY Teknik A.Ş’nin, kurulan birçok alt şirketle hizmetlerini taşeronlaştırdığına tanık olduk. Bu süreçte ücretler düştü, sendika devreden çıkarıldı. THY Teknik’teki çalışanlarla aynı işi yapmalarına rağmen yarı ücret alan HABOM işçileri, bunun bariz örneklerinden birisi…
Havacılık sektörüne giren özel havayolu şirketlerinde ücretler, THY ile kıyaslandığında genelde çok daha düşük kaldı. Gerçi son dönemde aranın biraz kapandığı, hatta teknisyenlerin neredeyse aynı ücretleri aldığı söyleniyor… Uçucular içinse hem THY, hem özel şirketlerde çalışma koşulları sürekli olumsuz yönde gelişti. SHT6A-50’ye getirilen revizyonlar her seferde çalışma saatlerini artırıp dinlenme sürelerini azalttı.
Sendika derseniz, özel şirketlerde örgütlenemedi ve göründüğü kadarıyla daha uzun zaman da örgütlenemeyecek… Peki tüm bunların uçuş emniyetine yani tüketicinin can güvenliğine olumsuz etkisi yok mu?
Olmaması mümkün olmayan bir durumdan bahsediyoruz, kısaca özetlemek gerekirse, “Kâr odaklı çalışan taşeronla, havada da, karada da ölüm var”...
Aydınlık günler dileğiyle…