Uzun zamandır söylüyorum ve söylemeye de, yazmaya da devam edeceğim: Günden güne artan hava trafiği ile birlikte İstanbul’un daha gelişmiş bir altyapıya mutlaka ihtiyacı vardır. Ancak tanık olduğumuz gelişmeler temeli atılan yeni havalimanı projesinin, 3. köprü, çevreyolları ve bunlara bağlı olarak yeni oluşacak inşaat alanlarıyla birlikte, bütünüyle bir “rant projesi” olduğunu gösteriyor.
Türkiye gündemi Cumhurbaşkanlığı adaylığı başta olmak üzere birçok önemli soruna kilitlenmiş haldeyken ve son yılların en yoğun siyasi tartışmaları sürerken, Cumhuriyet tarihinin en büyük projeleriyle ilgili çok önemli ve titizlikle incelenmesi gereken iddialar arada kaynıyor. Geçen hafta yaşananları hatırlatarak, iki önemli konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Her iki konu da tüm yönleriyle araştırıldığında; aslında bu mega proje ve ihaleye ilişkin kuşkular daha da belirginleşiyor. Bunlardan birisi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda torba kanun tasarısı görüşmelerinde havaalanı yapmak ve işletmenin “imtiyaz” olmaktan çıkarılması konusuna ilişkin tartışmalar… Diğer konu olan 3. havalimanı projesiyle ilgili kot değişikliği ve buna bağlı olarak 2 milyar Euro’yu bulan vurgun iddiasını ise gelecek yazıda ele alacağım.
Geçen hafta TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda torba kanun tasarısı görüşmelerinde, havaalanı yapmak ve işletmenin "imtiyaz" olmaktan çıkarılması konusunda tartışmalar yaşandı. Kısaca özetleyecek olursak iktidar, havaalanları yapmak, kiralama ve işletme hakkının verilmesinin “imtiyaz” olmaktan çıkarılmasını, idarenin özel şirketle yapacağı sözleşmelerin özel hukuk şartlarında yapılmasını istiyor. Böylelikle, bu sözleşmelere yapılacak itirazlar, İdare Mahkemeleri ve Danıştay’ın görev alanından çıkarılmış olacak. CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu, geçen ay Birgün gazetesindeki köşesinde konuyu özetleyen bir yazı kaleme almıştı. Yazıda belirtildiği üzere artık “bu işlemler için Danıştay'a falan gidilemeyecek. Yürütmeyi durdurma veya iptal istenemeyecek… Bu davalar için artık asliye hukuk mahkemesine gideceksiniz. Ama sözleşmenin tarafı olmadığınıza göre oraya da gidemeyeceksiniz.”
Öte yandan Anayasaya göre, eğer kamuya ait imtiyazlar devredilecekse, Danıştay'ın düşüncesini bildirmek hakkı bulunuyor. Danıştay'ın düşünce bildirmesi ise yapılacak sözleşmeye “fiili onay verme” anlamına geliyor. Tabii yeni yasayla havalimanı yapmak ve işletmek imtiyaz olmaktan çıkınca, Danıştay'ın düşüncesini alma zorunluluğu ortadan kalktığı için iktidarın istediği gibi at oynatmasında bir engel kalmamış oluyor.
Peki iktidar cephesi bu durumu nasıl açıklıyor? Kalkınma Bakan Cevdet Yılmaz eleştirileri yanıtlarken, İstanbul'a yapılan üçüncü havalimanının konuyla hiçbir ilgisi olmadığını iddia ediyor. Bakan Yılmaz "Kamunun yaptığı hazır tesislerle ilgilidir. Danıştay, bunu imtiyaz devri olarak görüyor. Biz öyle olmasın istiyoruz, özel hukuk sözleşmesi olarak gerçekleşsin istiyoruz. Bunda kamunun daha büyük faydası var. Kamunun sahip olduğu imtiyazı özel şirkete devretmek yerine, özel hukuk şartlarında yeni sözleşme yapmak istiyoruz. Konuyu Danıştay'dan kaçırma söz konusu değil. İmtiyaz olması halinde Danıştay onayı değil, istişari görüşü isteniyor. Özel hukuk sözleşmesi yapılınca yargı denetimi olmayacağı sonucu çıkarılmamalı" diyor.
Öncelikle ortada bir kamu hakkı var! Devlet olarak bu hakkın işletilmesini bireylere devredeceksiniz, yasa yaparak bu işlemi “imtiyaz” olmaktan çıkaracaksınız, bürokratın elini kolunu bağlayarak sorumluluk almaya ve bu muğlak duruma imza atmaya zorlayacaksınız ve bu işlem yapılırken olası bir haksızlık, usulsüzlük ya da kuşku içeren bir durumda, bu hakta payı olan yurttaşların hak arama olanaklarını ortadan kaldıracaksınız. Bunun adı da demokrasi ve hukuk düzeni (!) olacak, öyle mi?
Bence buradan çıkacak mesaj, ortada aranacak bir hak kaldıysa, onu da iktidar itinayla arar!
Aydınlık günler dileğiyle…