Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde bir ilki gerçekleştirerek Cumhurbaşkanını halka seçtiriyor. Halkın, hangi adayı hangi sebeple seçeceği konusunda ortada herhangi bir neden ya da koşul oluşmamışken seçim yapmanın ne anlama geldiği hiç tartışılmadı. Yani, adayların kendilerine oy istemek için halka vadedecekleri bir şeylerinin olmadığı bu sistem; Tayyip Erdoğan’ın sonradan gerekli düzeltmeleri yaparak tek adamlığa geçişin ön hazırlığı olarak planlanmıştı.
Bu nedenle, seçim propagandalarında hala paralel hikayesi anlatıp ara sıra da İsrail’e saldıran Tayyip Erdoğan klasiği ile, onun bu saldırgan tavrına karşılık bütünlük, birlik ve beraberlik mesajları içeren konuşmaları ile huzuru işaret eden Ekmeleddin İhsanoğlu arasındaki diyalogdan başka bir söylem göremiyoruz. “Bu ülkede biz de varız” anlamında aday gösteren Kürtler de, olası bir bağımsızlık referandumunun provasını yaparak son durumlarını sınama derdindeler.
Bu yazıda daha önce konuyla ilgili iki yazısı yayımlanan Sayın Erdal Atabek’in görüşlerinden bir kısmını okumayanlar için bu sütunlara taşımanın bu seçim için söylenmesi gereken en doğru tespitler olduğunu belirtmem gerekir.
“Cumhurun neyse başkanın o(mu?)dur.” diyor sayın Atabek ve ilave ediyor: “Matemetiksel düşünme, matematik kurallarının ezberlenmesi değildir. Bu rasyonel düşünme demektir ki, akılla düşünmek, neden-sonuç ilişkisini kurabilmek, safsatalara kapılmamak, özgür akıl ve özgür irade ile yaşamını biçimlendirmektir. Ancak bu şekilde yetiştirilen gençlerin yetişkin olduklarında kavrama yetenekleri sayesinde seçimlerini özgür iradeleri ile yaparak kendi yaşamlarını biçimlendirmeyi başarabileceklerini söyleyen Atabek, şöyle devam ediyor; “Böyle olmadığı zaman, seçimlerinin başkalarına bırakılmaları yüzünden emanete verilmiş akıllarla, ipotek altındaki iradeler topluma egemen olur ve dolayısıyla kararları onlar verdiği için de her toplum layık olduğu yönetime kavuşur.”
“Almanlar Hitler’i, İtalyanlar da Mussolini’yi ilk gördüklerinde harekete geçip kendi gelişme ilkelerine sahip çıksalardı bu faciaları yaşayarak o yılları utançla hatırlamak zorunda kalmazlardı.” diye uyarıda bulunan Atabek; “Ülkeyi Ortadoğu bataklığına sürükleme eğiliminde olan, o kaosa silah gönderen, mezhep ayrımcılığı yapan ve kendi yanlışlarını pervasızca çıkardıkları yasaların arkasına saklayan bir kadroyu yeniden başa geçirecekler midir? derken, “Yoksa, geçmişte yaşananları doğru okuyup artık gene aldandık deme yerine sağduyu ile kendi geleceğini ellerine alacak mıdır? sorusuna yanıt arıyor.
Peki bu defa sağduyusunu kullanıp kendi geleceğine sahip çıkacak halkımız kim? Bu ülkede son 12 yıldır tüm yanlış ve günahlarına rağmen Tayyip Erdoğan’a oy vererek onu buralara kadar getiren biz ve bizim insanlarımız değil mi? Yıllardır televizyon ekranlarında bilmiş bilmiş konuşan akademisyen ve yalaka medyacılar birgün olsun “halkımız Cumhuriyet tarihinde ilk defa kendilerinden birinin başbakanlığa kadar gelmesinin keyfini sürüyor, o yüzden de ne yapsa benimsiyorlar” diyebildi mi? Yıllardan beridir; ötelenen, itelenen, din bezirganlarının elinde bilimsel düşünceden uzaklaştırılan, sermaye tarafından köleleştirilen ve giderek yaşama ve Dünya’nın öteki kabul ettiği bölümüne hınçlanan bu insanlar, gördükleri tatlı rüyadan uyanmak istemedikleri için Tayyip Erdoğan ve çevresinin bulaştıkları pislikleri kabullenmeyi inatla reddediyorlar.
Dünden bugüne ne değişti de bugün sağduyudan söz ediyoruz. Ucuz ve mütevazı bir tatil beldesi olan yaşadığım yerde son bayram tatili nedeniyle gördüklerim, Türkiye ölçeğinde insanımızın hiç değişmediğinin en canlı kanıtıdır. Biz; hala çocuk bezlerimizi denize atıyor muyuz, sigara izmaritlerini sokaklara savuruyor muyuz, yola çöp attığımızda bizi uyaranları dövüyor muyuz, otoyol kenarında evimizdeymiş gibi küçük idrarımızı yaparken aval aval geçen arabalara bakıyor muyuz, “çalsın ama iş yapsın” diyor muyuz, din kitaplarında yazanları tam tersini yapanların bir besmelesine tav oluyor muyuz, bol bol yalan söylüyor muyuz? Evet, hepsini yapıyoruz...
Gözümüzün içine baka baka olayları saptıran, olan her şeyi olmamış kabul etmemizi dayatan, hoşuna gitmeyen her şeye ve her kese küfreden, insanları üstüne yürüyen, “tutmayın beni ulan!” edasıyla Cumhurbaşkanı’nı bile sallamayan, büyük güçlerin karşısında sus pus olan bir adayımız var, evet bizim yani halkımızın adayı budur.
İşte bu noktada tekrar Atabek’in düşüncelerine dönersek, o da aynı teşhisi yapan muhalefet partilerinin yaptıkları riskli vezir hamlesinden söz ediyor: “CHP kadroları İhsanoğlu’nun adaylığına şaşırmışlardır. Kanımca en fazla şaşıran Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. Aşağılayacağı ve rahatça bir hedef yapacağı bir aday yerine bunları hiç yapamayacağı bu kişi nereden karşısına çıkarılmıştır? Bu şahsiyet, bugüne kadar islami siyaseti yürüten Tayyip Erdoğan’ın antitezi olarak görünmektedir: Öfkeye karşı sakinlik, saldırganlığa karşı anlayış, kurallara saygı, intikamcılığa karşı hoşgörü, kuşkulu yanlış işlere karşı açık doğruluk, inkarcılığa karşı doğruları kabul etme.”
Sayın Atabek yazısını sürece nasıl bakmamız konusundaki tavsiyeleri ile bitiriyor; “Algısal bilincimiz hayır refleksini vermiştir. Duygusal bilincimiz uzak durmuştur. Düşünsel bilincimiz evet diyecektir.”
İşte sorun bu noktada başlıyor. Gerçekte CHP’liler ile bilinçli seçmenlere seslenen bu söylemler, baştan beri adından söz ettiğim belirleyici kesimin dikkatini çekebilir mi? Umutlanmak her seferinde adetimiz oldu. Ne var ki, Tayyip Erdoğan’ın karşısına böyle bir aday çıkarma hangi çalışmanın ve kimlerin marifeti sorusunun yanıtını bilebilseydik sonucu da tahmin edebilir, hatta biraz da ümitlenebilirdik. Öte yandan, ülkemizde olan her şeyi dış mihrakların üzerimizde planladığı senaryolara bağlama kaygıları her seferinde doğru çıkınca, yitirdiğimiz şahsiyetimize mi yanalım, yoksa bu sefer de kurtulduk diye mi sevinelim, şaşırdık kaldık.