Superman’ın göğsünden mermilerin sekmesi, Akhille’in topuğundan başka yerine ok işlememesi gibi masalsı örnekler, insanların bilinçaltında az veya çok bir yaralanmazlık / incinmezlik düşünüşünün (invulnerability, invincibility) bulunduğunu; bunun da masallara, çizgi romanlara ve filmlere yansımakta olduğunu gösterir.
Bazı bilgisayar oyunlarında Tanrı moduna giren kişiler, başlarına gelen tüm felâketlerden ölmeden çıkar. James Bond, Temel Reis, Terminator, Roger Rabbit, Batman, Kriptions, Hulk gibi çağdaş fantazya kahramanları bu yönleriyle bezenip topluma sunulmuştur. Önemli olan sunulması değildir, (çünkü tüketim ve kâr amacıyla binlerce başka sunumlar da yapılıyor) önemli olan hangilerinin insanların bilinçaltlarında bir karşılık bulduğu ve benimsendiğidir. Kendisine kötü bir şeyler olmayacağı, ‘sanki hiç ölmeyeceği’ düşüncesini bilinçaltında taşıyan (öyle olmasını arzu edip buna da inanan) kişilerin bu tür hikâyelerin kahramanlarıyla özdeşleşme eğilimleri vardır. Özellikle narsistik eğilimi olan insanlarda tehlikeli durumlardan yaralanmadan çıkmak, içlerinde bir yerleri okşar, keyif ve mutluluk hissi verir. Bu kişiler böyle çizgi roman, film ve öykülerin müşterisi olurlar; orada kendilerini bulurlar. Bu inancın mottosu ‘Bana bir şey olmaz’dır. (It won’t happen to me.)
Ölümcül durumlardan sağ kurtulan bazı insanların sihirli bir yaralanmazlık / yenilmezlik inancına kapıldıkları, bu nedenle de sonra karşılaştıkları riskli durumlara gözü kara biçimde atıldıkları gözlenmiştir. 2. Dünya Savaşında İngiliz Hava K. (RAF) pilotları, ‘kendilerinin seçilmiş kişiler ve ilâhi koruma altında olduklarına’ inanmakta; morallerini yüksek tutmak için de, ‘Bana bir şey olmaz’ diye düşünmekteydiler. Ünlü yazar W. Saroyan’ın ölmek üzereyken söylemiş olduğu, ‘Herkes ölecek, ama ben hep Tanrının benim için bir istisna yapabileceğine inanmıştım’ sözleri, bu durumun filozoflar için bile geçerli olduğunun kanıtıdır.
Asla batmayacağı lanse edilen Titanik gemisinin kaptanına (15 Nisan 1912 gecesi, daha ilk seferinde) gemisinin bir buzdağına çarparak 3 saatte batacağı söylenseydi buna asla inanamazdı. Dünyanın en modern, büyük ve mükemmel yolcu gemisinin kaptanı, bu abartılı özgüven içinde iken bir dizi tehlikeli gelişmeler olmaktaydı. Buzdağı uyarıları aynı özgüven içindeki ekip tarafından kaptana ulaştırılmamıştı. Zaten gözcülere dürbün verilmemişti; gemide kırmızı yardım fişeği ve herkese yetecek kadar filika da yoktu… Buzdağına çarparak parçalanan gemiden çıkamayan veya soğuk denize düşen 1.517 kişi donarak ve boğularak öldü...
Riskli işler yapan insanların, tehlike duyumlarını azaltan bilinçdışı mekanizmalardan birisi inkâr’dır (denial). ‘Uçuş sanıldığı kadar tehlikeli değil, uçuş riskleri beni etkilemez’ gibi söylemler, bilinçdışı incinmezlik hisleriyle ilgilidir. Uçağın teknolojik üstünlüklerine ve güvenlik sistemlerine fazlaca inananlarda, kendi beceri ve tecrübelerine gereğinden çok güvenenlerde bu his sıkça görülür ve popüler kültürde İkarus veya Titanik Sendromu olarak da bilinir. (İkarus, kanat kuşanıp Girit adasından uçarak kaçarken, babasının uyarılarına aldırmayarak çok yükselmiş ve sonra Ege Denizine düşmüştü.) Gerçeğin çarpıtılmış biçimindeki bir aşırı güven düşüncesine kapılmak pozitif illüzyondur; bir çeşit devekuşu yaklaşımıdır... Bunun bir savunma mekanizması olarak toplumlarda %43 gibi oldukça yaygın bir oranda kullanıldığı ileri sürülmüştür. Ohio’da üniversite öğrencileri arasında yapılan başka bir çalışmada da, öğrencilerin %93’ü başkalarından daha iyi araba kullanabildiklerini iddia etmiştir. ‘Bana bir şey olmaz’cılar, sanki bütün kaza ve kötülüklerin başkalarının başına geleceği, yanlış düşüncesi içindedirler. Bu düşünce, davranışlara sıkça yansımaya başladığında veya sığınılan bir ilke haline geldiğinde tehlike çanları çalıyor demektir. Kendinden memnuniyet, durumundan kaygı duymama fazla iyimser ve nikbin psikolojinin verdiği rahatlık (complacency) içinde iken dikkat ve uyanıklıktaki azalma ve umursamazlıktaki artış (kedidir kedi! tutumu), kaza riskini arttırabilir.
Sağlıklı yaralanmazlık-incinmezlik düşüncesi: İncinmezlik hissinin makul ölçüsü de olabilir ve biraz da gereklidir. İnsanların kısacık ömürlerini ölüm, hastalık ve kaza düşünceleriyle fazlaca gölgelemeden yaşamalarında veya gerçekten riskli işlerle uğraşanların korku ve endişelerini yatıştırmakta işe yarayabilir. Ancak bu sahte ve tehlikeli iyimserliği abartanlarda, aşırı bir özgüven nedeniyle görünür tehlikeleri inkâr etme tutumu gelişir ve bu noktadan itibaren sağlıksız düşüncenin tehlikeli sularına girilir. Kendisini yaralanmalara ve ölüme karşı bağışık sanan kişi kolayca risk alır, felâketlerin kenarında gezinmeye başlar. Bu tutum havacılıkta maço, kontrfobik ve impulsif pilotlarda oldukça sık görülür. Ancak ‘bana bir şey olmaz’ düşüncesini sadece pilotlarla sınırlı tutmak ve yalnızca onları uyarmak yetmez. Yer teknik ekiplerinin, hava trafik kontrolörlerinin ve kabin ekiplerinin içinde de böylesi takıntıları olan insanlar olabilir ve onların benzer tutumları da ciddi kazaların açık veya gizli kalmış sebeplerinin hazırlayıcısı olabilir…