GÖKTEN SAHNEYE YAĞAN TAŞLAR
Ünlü tiyatro sanatçısı Avni Dilligil, neredeyse her yıl fuar zamanı İzmir’e turne düzenleyerek oyunlarını sergilemekteydi. Kendi kadrolu oyuncularının yanında sahnelenen esere göre İzmir’den de bazı oyuncular gruba katılırdı. Ancak İstanbullu ve İzmirli oyuncular arasında çekememezlik, hatta çatışmaların çıktığı da olurdu. Üstelik Avni Dilligil kendi yapısından ötürü neredeyse tüm oyuncularla kısa süreli dargınlıklar da yaşamaktaydı…
Bir yaz günü yine Fuar Açık Hava Tiyatrosunda oyun provası esnasında Avni Dilligil ile İzmir’den gruba katılan Cahit Gürkan arasında tartışma çıkar. A. Dilligil’in sitemli sözleri üzerine Cahit Gürkan derhal tiyatroyu terk eder. Pilot brövesi ve aktif uçuculuğu olan Cahit Gürkan, Cumaovası havaalanına (Bugünkü adıyla Adnan Menderes) gider. Orada bulunan zirai ilaçlama uçaklarından bir tanesini kiralayarak hemen uçuşa çıkar. Yanına taşlar alan Gürkan, dosdoğru Fuar’a rotasını çevirir. O sırada Açık Hava Tiyatrosunda provaya devam eden tiyatroculara ve sahneye havadan birkaç taş atar. Gökten taş yağmaya başlayınca tüm tiyatrocular sahneden korku ve telaşla kaçışır…
Avni Dilligil’in huzurunu kaçırıp, provayı dağıtma amacında olan öfkeli Cahit Gürkan bunu başarır. Daha sonraları tiyatro çevrelerinde olay “oldukça korkulu, tehlikeli, sevimsiz bir davranış” olarak anılır. Ancak zaman içinde söylence, uçaktan atılan maddelerin taş değil kesekâğıdına konulmuş insan pisliği olduğu dedikodusuna dönüşür!
HATIRA FOTOĞRAFI
Gerek Osmanlı İmparatorluğunun son yılları, gerekse Cumhuriyetin ilk 13 yılında Türk Halkının havacılığa gösterdiği ilgisi, sevgisiyle yaptığı maddi yardımlarla satın alınan uçaklara, bağışta bulunan şehir ve kasabaların isimleri verilirdi. (İstisna olarak, Ödemiş Tütüncüleri, İzmir Tütüncüleri, İzmir Rençberleri, Naci Demirağ ve Beşiktaş vb. isimli uçaklar sayılabilir.) İsim verme törenleri ise şehir veya kasabanın meydanında, genellikle 30 Ağustos veya 29 Ekim bayramlarında yapılmaya çalışılırdı... Çeşitli nedenlerle bu günlerde yapılamayan törenler, uygun bir zamanda, yine o kasaba veya şehirde yerine getirilirdi. İnişe uygun bir yer yoksa civardaki en yakın ve uygun bir yer bu tören için seçilirdi. Örneğin Eskişehir’in hediyesi olan avcı tayyaresinin tevsim (isim verme) töreni, 13 Kasım 1926 tarihinde Eskişehir Tayyare Meydanı’nda yapılırken, Eskişehir Tayyare Cemiyeti reisi Şekerci Kâmil beyin konuşmasından, o güne kadar uçak hediye eden 26 şehirden birisinin de Eskişehir olduğunu öğreniyoruz. Tören sonunda Karaağaç ve Adapazarı halkının hediye ettiği uçaklarla birlikte, 3 uçak tören uçuşu yapmışlardı...
1925–1935 yılları arasındaki 10 yıllık süreçte, kesin olmayan kaynaklara göre, halk tarafından yaklaşık olarak 50 milyon TL’lik maddi bağış yapılmıştır. Bu parayla yine yaklaşık 250, bazı kaynaklara göre 234, bazısına göre 251 adet uçak satın alınarak Hava Kuvvetleri Komutanlığına teslim edilmiştir... Cumhuriyet öncesi, Osmanlı İmparatorluğundaki bağış ve yardım paralarıyla orduya alınan uçakları da toplama eklersek, bu rakam 340’ı geçmektedir.
Başlangıçta Devlet Hava Yolları, ardından Türk Hava Yolları’nda da uçakların isimleri yukarıda anlattığım kampanyalardan ötürü gelenekselleşerek, yerleşim yerlerinin adı verilmişti... Şimdilerde şirketler tarafından uçaklara isim verilmesinde yöntem nasıldır bilemiyorum?
***
Sivil Pilot Basri Alev ve Rasıt Yüzbaşı Kemal Çolakoğlu, Denizli’nin güneyindeki -aslında düzeltilmiş bir tarla olan- havaalanına geldikten sonra, muazzam bir kalabalığın onları karşılamak için toplandıklarını gördüler. Askeri birlikler havaalanının etrafını çevirerek, halkın uçuş alanına girmesini engelleyecek düzeni aldılar. Resmi zevatın arabaları topluca, alanın bir kenarına park edildi. Etraf bayraklarla daha önceden süslenmişti...
Aslında bütün bu heyecan ve hareketliliğin nedeni, 1929 yılının Ekim ayında Denizli halkının topladıkları yardım paraları karşılığında ordu tarafından satın alınan uçağa isim koyma töreni içindi... Godran 59 tipi Fransız yapısı 2 kişilik, çift kanatlı ve saatteki hızı 180 km olan bu eğitim uçağı, Genelkurmay Başkanlığı tarafından Denizli’ye yollanmıştı. Öykünün daha hazin başlangıcına dönecek olursak: Aslında daha önce aynı amaçla gönderilen 2 uçak da (Dikkatinizi çekmek isterim; halkın yardım parasıyla, ordu için satın alınan önceki uçaklar! O.G.B.) iniş esnasında hasarlanıp kırıldığı için, isim koyma töreni bir türlü gerçekleşememişti! En sonunda Basri ve Kemal Beyler, üç gün önce Denizli’ye yeni uçakla sağ salim inmişlerdi. Ertesi günü uçağa isim koyma töreni yapılmış, ardından havacılar izleyicilere bir de akrobasi gösterisi yapmışlardı. Biraz geç de olsa bu “üçüncü uçağın” başarısı Denizli halkını çok sevindirmişti. Denizli’nin ileri gelenleri ve halkın, bir gece daha uçakla birlikte havacıları konuk etme ısrarını askeri makamlar kıramamıştı!.. Uçak bir gün daha kalarak gösteri uçuşu yapmış, hatta halktan meraklı olanlardan bir kısmını uçurmuşlardı. Ekip gösteriden sonra artık geriye dönüş hazırlıklarına başlamıştı...
Havacılar uçak tekerleklerinin önüne -yokluktan- takoz amacıyla taş koydurttular. Tam gazla motor testi yapılırken uçağın yine de ileri fırlamasını önlemek için, uçak kanatlarını askerlere tutturdular. Daha sonra Pilot Basri Bey kokpite çıkıp uçağın motorunu, çalıştırarak gerekli testlerini yaptı. Uçak motorunu rölantide çalışır durumda bırakarak, uğurlamaya gelenlerle vedalaşmak için uçaktan aşağıya indi. O sırada fotoğrafçı Celadettin ve kardeşi Selahattin, ellerinde fotoğraf makinesiyle havacılara yaklaşıp “İzin verirseniz bir hatıra fotoğrafı çektirmek istiyoruz” dediler. Havacılar giderayak insanların gönüllerini kırmak istemediler: “Olur ama dikkat et, motor çalışıyor” diye tembihleyerek izin verdiler.
Celadettin makinesiyle poz ayarını yaparken, Selahattin kokpite çıktı, kokpitin kapısını kapattıktan sonra pozunu verdi ve fotoğrafını çektirdi. Fotoğraf çekimi bitince Selahattin inmek için kokpit kapısını açmak istedi. Fakat bir türlü kapı kilidini bulamadı. Bir çeşit yaylı ve geçmeli kilidi ararken, kapı hizasında başka bir kol gözüne takıldı. Kapı kolu diye aslında uçak motorunun gaz kolu olan bu kolu çekti!..
Vedalaşmalarını bitirmek üzere olan havacılar, tam gazla çalışan bir uçak homurtusu ile başlarını, sesin geldiği yöne çevirdiler! Uçağın takoz niyetine lastiklerin önüne konmuş taşların üzerinden atlarken, aynı anda kanatları tutan askerlerin de ellerinden fırladığını gördüler. Az önce fotoğraf çekimi için kendilerinden izin isteyen Selahattin’in kokpitte ayakta durmaya çalışırken, saçını başını yolar gibi hareketler yaptığını ise uçucular, daha sonra çok net hatırlayacaklardı!
Uçucular üzerlerindeki uçuş elbiseleri ve paraşütlere rağmen, uçağın peşinden koşmaya başladılar. Ancak uçak çok hızlıydı ve toprak zeminde sıçrayarak giden uçağa yetişmelerine olanak yoktu. Az sonra uçak, hem arazi engebelerinin etkisi hem de rüzgârın yardımıyla hızla sağ tarafa dönüş yaptı. Basri Bey “Önünü keselim Kemal!” diye seslendi. İyice dönüp, tekrar doğrusal bir yönde hareketlenen uçağın geliş yönünde durdular: Uçak yalpalayarak, hoplayarak hızla üstlerine geliyordu. Kanatları yakalamanın olanaksızlığını anlayınca, uçucular her iki yana kaçıştılar. Sıkıca kokpitin kenarlarına tutunmuş Selahattin içinde olduğu halde, uçak hızla yanlarından geçti. Bu kez de uçak, halkın alana girmesini önlemek için kordon yapmış askerlerden bir tanesinin üzerine yöneldi. O civardaki insanların kaçışmalarına rağmen, o asker yerinden kıpırdamadı bile. Uçağın sağ alt kanadı askerin kalçasına çarpıp onu yere devirdikten sonra, bu kez uçak sol tarafa döndü. Sağa, sola başıboş birkaç kez daha dönüş yaptıktan sonra uçak otomobillerin park ettiği bölgeye yöneldi. Sağ kanadı ile en kenardaki otomobile bütün hızıyla çarptı. Uçak burnunun üzerine dikildi. Bu ani hareketin sonucunda Pilot yerindeki Selahattin uçarcasına dışarı fırlayarak başının üzerine çakılarak yere düştü; yüzü gözü kan revan içinde kalmıştı. Uçağın çarptığı otomobilin içinden kadın haykırışları geldi! Selahattin, uçağın çarptığı asker ve otomobilin içindeki jandarma komutanının hamile eşi, derhal hastaneye kaldırıldı. Ancak zavallı kadın korkudan çocuğunu düşürmüştü.
Uçağın pervanesi, sağ alt kanadı ve iki kanat arasındaki dikme çubukları kırılmıştı... Şehre kazasız belasız gelen uçak, bir daha uçarak geriye dönemedi. Denizli kentinin makûs talihinden kaynaklanan bir uğursuzluk mevcuttu. Olayın trajikomik yanlarından biriyse; yaralı askere, uçağın üzerine gelmesine rağmen niçin kaçmadığı sorulunca, “Olduğum yerden kesinlikle ayrılmamam için emir aldım” diye cevap vermesi idi.
Bolu’daki Selamsız Bandosu
Hava Kuvvetlerinin üç adet B-26 Invider tipi bombardıman uçağı, 1948 yılında Ankara’nın Etimesgut meydanından kol uçuşu eğitimi için havalanır. Bir süre sonra hava bulutlanarak görüş gittikçe düşer. Bu yüzden uçaklar birbirlerinden ayrılırlar. İki uçak daha sonra uygun hava koşulları bularak Etimesgut’a dönüp inerler. Üçüncü uçak tek başına bulutların üstünde kalır. Bir süre uygun pozisyon arayan uçak en sonunda bulutların aralanmasından yararlanarak alçalır. Bulut altında bir tane uçuş pisti gören pilotlar hemen oraya iniş yaparlar.
İnilen meydandaki askeri birlik pistin kenarında sıraya dizilmiş, askeri bando eşliğinde teftişe gelecek heyeti beklemektedir. Apar topar inişini tamamlayan uçak pistin kenarında, birliğin tam karşısına park eder. Elbette birlik komutanı “Dikkat” komutunu verip uçağın önünde selam dururken bando da marş çalmaya başlar.
Uçağın kapısı açılıp ekipten bir pilot yere inince durum her iki tarafça anlaşılır ve birlik komutanına soğuk duş aldırır: İnilen meydan Bolu olup, uçuş ekibi ciddi bir seyrüsefer hatası yapmıştır. Uçuş ekibi durdurmadığı uçak motorlarına tekrar gaz vererek kaçarcasına havalanıp Ankara rotasına yönelirler.
Başvurulan Kaynaklar:
* Unutulmayan Anılar (Hava Kuvvetleri- 1989)
* İğne Deliğinden İzmir (Yaşar Ürük – Yakın Kitapevi, 2011)
* Türk Havacılık Kronolojisi (Stuart Kline - Dönence, 2006)
* Gönüllerden Göklere (Hava Kuvvetleri Yayını)
* Havacılık ve Spor Dergisi (Sayı: 29, 55, 78, 127 - 1930.1931.1932.1934)
* İstikbal Göklerin Gökler Bizimdir Cilt-I (Oktay Verel – Türk Hava Kurumu Yayınları, 1985)
* Cumhuriyet Gazetesi
* Yeni Asır Gazetesi