Bazı başka milletler gibi biz de lüzumsuz konularda kırdığımız rekorlarla övünmeyi severiz. Antalya’da 1.88 cm. çapında lahmacun, Giresun’da 4 metre uzunluğunda pide yapılarak yerel rekorlara imza atılmıştı. Uzun bıyıklı, uzun burunlu bazı vatandaşlarımız da bunları tescil ettirmek peşinde koşmuşlardı. Benzeri hevesleri olan insanlar İtalya’da 595 metre uzunluğunda pizzalarıyla; Mısır ve Hindistan’da ise daha uzun bıyıklarıyla bizi geçmişlerdi. En yüksek bayrak direği rekorunu da Azerbaycan’a kaptırdık, ama eski Şişli Belediye Başkanı’nın yaptırdığı 3.800 metre uzunluğundaki Türk bayrağı sayesinde bu alanda rekor kırdık ve dünyaya nam saldık...
Sivil havacılığımızdan gelen taze bir rekor haberi de göğsümüzü kabarttı: 26 Temmuz 2015 günü Atatürk Havalimanına 712 uçak indi ve 718 uçak kalktı. Yani toplamda 1430 uçak iniş kalkışı ile tüm zamanların Türkiye rekoru kırıldı. Bu arada Sabiha Gökçen Havalimanı'na da 745 iniş kalkış gerçekleşti. Böylece İstanbul'a bir günde toplam 2.175 uçak iniş kalkışı ile tarihi bir rekor gerçekleşti. Guiness’e tescil mi ettirsek?
Şaka bir yana, bu tür rekorlarla övünmeli miyiz, yerinmeli miyiz acaba? Gelişmiş Batı ülkelerinde kimseler bu gibi rakamları hayırla yâd etmiyor. 3 pistli ve etrafında milyon kişinin ikâmet ettiği bir havalimanına her dakikada bir uçağın iniyor veya kalkıyor olması ne büyük risktir! Üstelik üzerinde ve yakınlarında korsan uçuşlar yapan drone’ların olduğu, iniş hazırlığındaki pilotların gözüne lazer ışığı tutulduğu bir havaalanı ciddi bir risk sahasıdır.
Üçüncü havalimanının bitimine birkaç yıl var, bu süreçte AHL trafiğini hafifletmek amacıyla bir şeyler yapılamaz mı? Bazı radikal önlemler almak için trajik bir kaza olması mı bekleniyor? ATC'lerin hangi yoğunlukta çalıştıkları, ne gibi stresler altında oldukları herkesçe biliniyor. Bir orkestra şefi gibi her şeyin farkında olarak, dikkatli ve titiz çalışma zorunluluğu olan kontrolörlerin yoğun iş yükü altında yapabilecekleri küçücük bir hatanın nelere yol açabileceği öngörülemiyor mu?
Sadece hava trafik kontrolörleri de değil, dar zamanda yoğun uçuşlara hizmet eden yer görevlileri, teknik ekipler ve diğerleri, telaş içinde acele davranmak zorunda kalırlar. “Hurry-Up Sendromu” olarak bilinen bu durumlarda; unutkanlıklar, ihmaller, dikkatsizlikler ve hatalar, kazaların başlangıcı olabilir. Personelin aşırı yorgunluğu, tükenmişlik sendromunu ve işe yabancılaşmayı gündeme getirebilir…
Burada açıkça bir uçuş emniyet riski var; yavaş yavaş geliştiği için belki kanıksadık ve üstesinden gelebiliyoruz yanılgısı içindeyiz. Emniyetli uçuşların paydaşları olarak SHGM, DHMİ, THY, TATCA, TALPA, TASSA, UTED, Hava-İş ve diğer kurum ve kuruluşların sorumluluk hissetmeleri gerekir. Bu riski azaltmak için yapılan bir şeyler varsa, biz vatandaşlara bunun açıklanmasını ve kaygılarımızın azaltılmasını beklemek hakkımızdır.