SENDİKALARIN SEFALETİ, SEFALETİN FELSEFESİ
7-8 Aralık’ta gerçekleşen Hava-İş Genel Kurulu’nun sonuçlarıyla ilgili sendikanın içinden ve dışından pek çok değerlendirme yapıldı. Bu değerlendirmelerin büyük çoğunluğunun yüzeyselliği, sınıf mücadelesinin güncel durumuna ve sendikalara yaklaşımdaki problemli bakış açısından kaynaklanıyor.
Genel kurul; THY yöneticilerinin ve AKP’nin dizayn ettiği konusunda herhangi bir tartışma olmayan Reform Hareketi, onları destekleyen Değişim Grubu ve Emek Meclisi’nin oluşturduğu “Güç Birliği”nin zaferiyle sonuçlandı. Reform hareketinin ilk ortaya çıktığı dönem ön plana çıkan AKP’li Ulaştırma Bakanı Binalı Yıldırım’ın akrabası Ömer Önder Haberdar ismi genel kurulda geri çekildi ancak, AKP’nin 23. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Cafer Tatlıbal’ın oğlu Ali Kemal Tatlıbal Hava-İş genel başkanı oldu. Meseleyi sadece sonuca bakarak ele alanlar hızla değerlendirmelerini yaptılar: AKP pek çok kurumu ele geçirdiği sendikaları da ele geçiriyordu. Solun yılmaz neferi Atilay Ayçin ayak oyunları ile alaşağı edilmiş ve Hava-İş’te elden gitmişti. Son söyleyeceğimizi şimdiden söyleyelim; bu değerlendirmeyi yapanlar amaçları bu olmasa da bir gerçeğin altını çizmektedir. Bugün sendikalar; yargı, yürütme, üniversiteler gibi düzen içi aygıtlar haline gelmişlerdir. Dolayısıyla işçi sınıfının mücadele araçları olmaktan çıkmış ve egemen klikler arasındaki güç ve iktidar mücadelesinin alanlarına dönüşmüşlerdir. Yani Atilay Ayçin’in 24 yıllık iktidarının sona ermesiyle Hava-İş işçilerin elinden çıkmış değildir. Hava-İş’in üyelerinden yabancılaşmış, bürokratik yönetimi işçiler nezdinde meşruiyetini ve temsil gücünü genel kuruldan çok önce yitirmiştir. Bu durumu fırsat bilen işveren tüm süreç boyunca baskı ve çeşitli ayak oyunlarıyla kendi belirlediği ve “daha uyumlu” çalışabileceği bir yönetimin seçilmesini sağlamıştır.
Atilay Ayçin’in işçiler gözünde meşruluğunu yitirdiğini söylemek, sınıf mücadelesini sendikaların yönetimini ele geçirmek veya mevcut yönetimlerle iyi ilişkiler kurmak olarak algılayan solun bir bölümü bakımından kabul edilmek istenmese de gün gibi ortadadır. Genel Kurul’da 300 delegeden Atilay Ayçin’nin listesi 73 oy almıştır. Ancak Hava-İş’in seçilmiş delege sayısı; 26 Teknik A.Ş. ve 6 Anadolu Yakası Şubesi olmak üzere toplam 32’dir. Diğerleri doğal delegeler (Yönetim ve Denetim Kurulu üye sayısı kadar), hava ve taşımacılık iş kollarının birleşmesi sonucunda THY ile ilgisiz iş yerlerinden sadece delege olması için üye yapılan kişilerdir. Diğer yandan gerek Hava-İş’in gerekse Türk Hava Yolları’nın ana omurgasını oluşturan, kaptan ve kabin personelinin oy kullandığı uçuş işletmede yapılan delege seçimlerinde mevcut yönetim 1266 oy almış, Gökkuşağı Hareketi ve İşçi Komitesi’nin birleşmesiyle oluşan İşçi Birliği 1722 oyla seçimleri kazanmıştı.
Kuşkusuz, tüm sürecin işverenin yoğun baskısı altında gerçekleştiği göz önüne alındığında mevcut yönetimin meşruiyetinin sadece delege sayısı veya seçim sonuçları üzerinden değerlendirilmesi yeterli olmayacaktır. Ancak THY Teknik A.Ş.’deki delege seçimlerinde, Gökkuşağı hareketinden aday olan TALTA (Tüm Uçak Bakım Teknisyenleri Derneği) başkanı Yavuz Güver’in işverenin baskısı ve işten atılma tehdidi sonucunda çekilmesi örneğinde olduğu gibi, işverenin tüm süreçte devam eden baskı ve tehditleri göz ardı edilmiş, dönemin sendika yönetimi adeta mevcut durumdan fayda sağlama yoluna gitmiştir. (1)
Genel Kurul Öncesi Yaşanan Süreç
Genel Kurul sonucu, tüm bu süreç göz ardı edilerek değerlendirilemeyeceği gibi, delege seçimlerinden yönetim kurulu seçimlerine kadar gerçekleşenler de, öncesinde yaşananlardan ayrı ele alınamaz. Hava-İş’te bugün işverenin belirlediği bir grubun yönetimde olması noktasına gelinmesinde sendikaların geneli için geçerli olan sorunlar ve kronikleşmiş hastalıkların yanı sıra bir dizi önemli olayın önemli etkisi bulunmaktadır. 2009 yılında gerçekleşen 26. genel kurulda yeni bir sendikal anlayış getirme iddiası ve işçi meclisleri oluşturulması, işyeri temsilcilerinin seçimle belirlenmesi, doğrudan demokratik bir işleyiş oluşturulması gibi önerilerle Gökkuşağı Hareketi aday olmuş, yapılan genel kurulda her iki taraf da 146’şar oy almış, geçersiz bir oyun, hakim kararıyla geçerli sayılmasıyla Atilay Ayçin yönetimi yeniden seçilmiştir. Kısa sürede böylesi yüksek bir oy almaları Gökkuşağı Hareketi’ni oluşturan kişilerin başarı veya başarısızlığından öte işçilerin sadece yönetimin değil, mevcut sendikal yapının köklü biçimde değişmesi yönündeki iradelerinin somut göstergesi olmuştur. Ancak Atilay Ayçin ve yönetimi bu açık değişim ihtiyacını görmezden gelmiş, sendikadaki kökleşmiş iktidarına karşı yapılan bu hamlenin muhataplarını asıl hasımı olarak görmeye başlamıştır.
Yönetme gücünün tekelde toplandığı her yerde geçerli olan sendikal bürokrasi bakımından da pek ala geçerlidir. İktidarda olanlar her zaman kendilerinin vazgeçilmez olduğuna, asıl doğruluğu temsil ettiklerine inanır ve herkesi buna inandırmaya çalışırlar. 89 Bahar Eylemlerinin içinden çıkan, dönemin sendika bürokratlarına karşı duran ve mücadeleci sendikacılığı savunan isimlerden biri olan Atilay Ayçin aradan geçen yıllarda Bakunin’in “En ateşli devrimciyi alın, ona mutlak iktidar verin, bir yıl içinden Çar’dan daha beter olacaktır.” sözünü doğrularcasına karşıtına dönüşmüştür. Karşısına çıkan tüm muhaliflerin “kötü”, “beceriksiz” hatta “işverenin adamı” olduğuna inanmakta ve böyle ilan etmektedir.
Aradan geçen süreçte belirleyici diğer bir olay 29 Mayıs 2012’de yaşanan eylem olmuştur. Eyleme karşı işveren vakit kaybetmeden harekete geçmiş, 305 kişi işten atılmıştır. Eylemin başarısızlıkla sonuçlanmasında, gerek Hava-İş üyelerinin gerekse genel anlamda işçi sınıfının örgütlülük düzeyinin ve sınıfsal dayanışmanın zayıf olması başat etkenlerden biri olsa da, bu durumun en önemli sorumlularından biri de bizzat sendikalardır. Bu eylemin başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenleri üzerine daha çok şey söylenebilir elbette ama sonuçları işçiler bakımından yıkıcı olmuştur. 305 kişinin işten atılmasının ötesinde işçilerin örgütlülüklerine ve mücadele ederek kazanabileceklerine olan inançları büyük darbe almıştır. Kuşkusuz bu durum, sendika yönetimine olan güvenlerinin daha da sarsılmasına yol açmış, sendika yönetimi öngörüsüz oldukları ve kendi eylem çağrısına sahip çıkmadıkları gibi eleştirilere maruz kalmışlardır. Sendika yönetimi ise bu eleştirilere, eyleme katıldığı için işten atılmış işçilerin işverenci oldukları yanıtını vermiştir.
24. Dönem Toplu İş Sözleşmelerinin tıkanmasının ardından grev, 29 Mayıs 2012’de yapılan eyleminin başarısızlığının işçiler üzerinde yarattığı moral yenilginin etkisi altında başlamıştır. THY yöneticileri kendi sınıfsal çıkarlarının gereği olarak grevi kırmak için elinden geleni yapmış olması bir kenara, greve katılım ilk gününden itibaren beklenenin çok altında olmuş ve zaman içerisinde işçiler gruplar halinde grevden dönmeye başlamıştır. Sendika yönetimi aksinin olduğunu iddia etse de gelinen noktada 15.000 işçiden birkaç yüzünün sürdürdüğü etkisiz bir grev halini almıştır. Atilay Ayçin bu defa grevci işçilerin bir araya gelerek oluşturduğu grev komitesiyle anlaşmazlığa düşmüş ve 25 Haziran’da “Grev komitesini feshettiğini” açıklamıştır. Bu defa işverenci ilan edilenler, yaklaşık 50 gün grevde kalan ve Atilay Ayçin’in grevdeki işçilere sormadan hareket ettiği, kişisel hırsları ve genel kurul hesapları için etkisiz grevi sürdürmekte ısrar ettiği değerlendirmesi yaparak grevi bırakan işçiler olmuştur. (2)
Meseleleri tüm bu konuları göz ardı ederek ele alan solun bir bölümü için 29 Mayıs 2012’den bu yana direniyor ve 15 Mayıs’dan beri de bir grev sürdüren Atilay Ayçin bu yüzden işçi sınıfının yılmaz neferi olarak algılanabiliyor. Ancak mesele, sınıf mücadelesinin dinamiklerini doğru kavrayan ve tarihsel deneyimlerden dersler çıkarmaya bir bakış açısıyla ele alınırsa grevin ve işçi sınıfının diğer mücadele araçlarının (kutsal imgeler olarak değil) gerektiği zaman ve koşullar uygunsa kazanımlar elde edilmesini sağlayabileceği anlaşılabilir. Gerek 29 Mayıs, gerekse grev süreçleri, sınıflar arasındaki güç dengeleri, işçilerin örgütlülük ve hazırlık düzeyleri hesaplanmadan kurgulanacak mücadelelerin kazanım elde edilmesi bir kenara zarar verdiğini gösteren çok önemli deneyimler olmuştur. Maalesef bu deneyimlerin sonucu 305 işçinin işten atılması ve Hava-İş’in işverenin denetimine geçmesi olmuştur. Diğer yandan 24 yıllık Atilay Ayçin yönetiminin sendika üyelerinden ne kadar uzak olduğu, işçilerin sendikal eğitimin ihmal edildiği, işçiler arasındaki eğilimleri anlayacak mekanizmaların kurulmadığı ortaya çıkmıştır. Greve katılımın zayıflığına rağmen, Ayçin’in grevi sürdürmekte ısrar etmesini kişisel hırs ve genel kurul hesaplarıyla açıklayan yaklaşım gerçeğe uzak gözükmüyor.
Nihayetinde tüm bu süreçlerin devamında genel kurula gelinmiş ve işçiler nezdinde meşruiyeti bu derece zayıflayan Ayçin, büyük çoğunluğu dışarıdan gelme 70 civarında delegeyle kaybedeceğini bile bile adaylıktan vazgeçmemiş ve sendikayı işverenin belirlediği yönetime teslim etmiştir. Kuşkusuz bu davranış sendika bürokratlarının doğasına uygundur. Bundan sonra sendikaları milletvekilliği için basamak yapan “meslektaşlarının” izinden mi gidecek, yoksa Teknik A.Ş.’de işe başlayıp mücadeleye devam mı edecek, bu kendi bileceği şey. Ancak sınıflar mücadelesinde işçi sınıfının yanında yer aldığı iddiasındaki herkesin tüm bu süreçten sendikalara yaklaşım konusunda ders çıkarması gerektiği açıktır.
Bu noktada sendikal bürokrasiyi dönüştürme iddiasıyla ortaya çıkan Gökkuşağı Hareketi’ni asıl suçluymuş gibi göstermeye çalışan Ayçin’in söylemlerini tartışmasız doğru kabul eden değerlendirmelerin yüzeyselliği açığa çıkmaktadır. Bu konuda Gerçek dergisinin internet sitesinde yayınlanan “Hava-İş genel kurulunu AKP hükümeti ve THY patronu kazandı” başlıklı yazı dikkate değerdir. (3) Yazının önemli bir kısmı; Ayçin ve karşısında oluşturulan gerici cephenin içinde yer aldığı iddia edilen Gökkuşağı Hareketine ayrılmış, ancak özel olarak 24 yıllık Ayçin yönetimin genel olarak da sendikal bürokrasinin sorunları ve somut hataları değerlendirme dışı bırakılmıştır. Sendikaların üzerine çöreklenmiş bürokratik anlayışa en ufak bir eleştiri getirmeyen, adeta onu aklamaya çalışan değerlendirmelerin sınıf mücadelesinin yükseltilmesine herhangi bir katkı sağlamayacağı açıktır.
Gökkuşağı Hareketi ortaya koyduğu ilkelerle bürokratik sendikal anlayışa karşı alternatiftir. Ancak bu ilkelerin somut bir alternatif olabilmesinin koşulunun genel kurulda hesaplaşmak olmadığı ortaya çıkmıştır. Bugün sendikaların büyük bir çoğunluğu sermayenin kontrolündedir. Dolayısıyla sendikaların kastlaşmış ve çürümüş yapıları, belirlenmiş araçlarla dönüştürülmesini imkansız hale gelmiştir. Alternatif olarak ortaya çıkanlar bu çark içine girdikleri anda onun bir parçası olmak ya da sürecin dışına itilmek zorunda kalacaklardır. Gökkuşağı Hareketi’nin işverenin delegeler üzerindeki baskıları sonucunda Genel Kurulu boykot etmesi, ilkelerini ve sendikal mücadelede alternatif olma iddiasını koruyarak var olabilmesi için bir zorunluluktu. Gökkuşağı’nın zayıflığı kendilerine destek veren tabanını yeterince örgütleyememiş, mücadele içine sokamamış, uçuş işletme dışında alanlarda kendini anlatamamış ve nihayetinde hareketin aktif bileşenlerinin tümünün ilkeleri tam anlamıyla özümseyememiş olmasıdır. İşçiler içindeki mücadeleci unsurların önemli bölümü eski sendikal yapı içinde kalmış, Gökkuşağı Hareketi ile birlikte uçuş işletmedeki delege seçimlerine giren İşçi Komitesi ise ile de bir süre sonra ayrılık yaşanmıştır. Bu noktada kimin ne hata yaptığının tartışılması gerekse bile işçilerin tabandan ve mücadele içinde birliği zorunludur. Sendikal yapının köklü biçimde dönüştürülmesi işçilerin mücadele içinde tabanda örgütlü duruşu yaratabilmeleriyle mümkündür. 29 Mayıs Birliği ve Grev Komitesi örnekleri eksikleri ve hatalarıyla bu konuda gerçekçi örneklerdir.
İşverenin belirlediği yeni Hava-İş yönetimi göreve başladığı ilk günden itibaren işçilerin önemli bir kısmı için meşru kabul edilmemektedir. Baskı ve tehditlerle seçimleri kazanan, genel başkanları 29 Mayıs’ta işverenin gözlemcisi olarak görev yapmış ve sonrasında açılan işe iade davalarda işçiler aleyhine tanıklık etmiş olan bir yönetimin işçiler gözünde meşru kabul edilmesi mümkün değildir. Şimdi meşruiyetlerini işverenden alacakları tavizlerle sağlamaya çalışacaklar, hatta bir önceki yönetimin “mücadele ederek” alamadığı haklar işveren tarafından “uzlaşmayla” işçilere hediye edilebilecektir. Ancak THY patronlarının yeni sendika yönetimiyle uyum içinde sömürüyü arttıracak politikalar izleyeceği günleri görmek için çok fazla beklememiz gerekmeyecektir. O güne kadar yapılması gereken yeni uyumlu sendika bürokratlarına rağmen, işçilerin tabandan örgütlenmesi için şimdiden çalışmaya başlamaktır.
CEM GÖK http://servetdusmani.wordpress.com/
(1) http://www.airkule.com/haber/HAVA-IS-SECIM-SURECINDE-BASKI-VE-CEKILME/15460
(2) http://www.airkule.com/haber/THY-GREV-KOMITESI-NDEN-ACIK-MEKTUP/14797,
(3) http://gercekgazetesi.net/isci-hareketi/hava-is-genel-kurulunu-akp-hukumeti-ve-thy-patronu-kazandi