İNSAN
Lübnan…
Ağustos 2013.
Geceyarısı saat 03.
İstanbul-Beyrut seferini tamamlayan Türk Hava Yolları ekibi, servis minibüsüne binmiş, konaklama için, Refik Hariri havalimanından Radisson oteline gidiyordu. Yorgunluğun üstüne rahat bir uyku hayali kuruyorlardı ama, kendilerini bir anda aksiyon maceranın ortasında buluverdiler. Cocodi köprüsünden geçerken gümüş renkli bir BMW önlerini kesti, arkadan da siyah renkli Kia Picanto sıkıştırdı, maskeli, kalaşnikoflu altı kişi indi. Minibüsteki hostesler çığlık atarken, saldırganlardan biri kalaşnikofun namlusuyla, kaptan pilot Murat Akpınar ve yardımcı pilot Murat Ağca’yı işaret etti, inin dedi. Pilotlarımız indi. Birini bmw’ye birini kia’ya bindirdiler, vınn… Dört hostesimize ve şoföre dokunmamışlar, pilotlarımızı kaçırmışlardı.
Hadise, ertesi sabah Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Kimdi bu kaçıran örgüt, neden pilotlarımız hedef alınmıştı? Kamuoyuna açıklanmıyordu ama, sebep belliydi… Kısa süre önce İran’a giden dokuz Lübnanlı, karayoluyla dönerken Suriye’de Özgür Suriye Ordusu tarafından rehin alınmıştı. Tüm dünya biliyordu ki, Özgür Suriye Ordusu’nu Ankara besliyordu. Lübnanlı Şii örgüt, pilotlarımızı işte bu nedenle, “takas” için kaçırmıştı. Sen Lübnanlı rehinelerin bırakılmasını sağla, ben de pilotlarını serbest bırakayım diyordu.
Pilotlarımız namlunun ucunda, Türkiye’nin yüreği ağzındaydı. Ama elbette en büyük korkuyu pilotlarımızın aileleri yaşıyordu.
Tam o günlerde, kaptan pilot Murat Akpınar’ın İzmir’de yaşayan anne babasının kapısı çalındı. Takım elbiseli, güleryüzlü iki genç adam gelmişti. “Oğlunuzla ilgili olarak geldik” deyince, içeri buyur ettiler.
Ağlamaktan göz pınarları kuruyan anne baba, adeta nefesini tutmuştu. Acaba kötü haber mi getirdiler? Genç adamlardan biri güven verici bir ifadeyle konuşmaya başladı, “sakın endişe etmeyin, beni de oğlunuz gibi aynı yerde, Beyrut’ta kaçırdılar, benzer bir örgüttü, bir ay sonra serbest kaldım, asla kötü davranmıyorlar, çünkü aslında bizimle, oğlunuzla işleri yok, siz ağladıkça kendi annemi görüyorum, benim annem de ben yokken perişan olmuştu, yaşadıklarımızı, tecrübelerimizi size aktarmak için buraya geldik, emin olun sağ salim gelecekler, yeter ki üzüntüden size bir şey olmasın” dedi. Sonra diğer genç adam konuşmaya başladı, “size patronumuzun ve grubumuzun selamını getirdik, başımıza aynı şey geldiği için neler hissettiğinizi biliyoruz, yalnız değilsiniz, maddi manevi yanınızdayız, özel uçağımız dahi emrinizde, inşallah çok yakında oğlunuzu getirmek için o uçakla beraber gideriz” dedi.
Genç adamlar konuştukça, anne babanın karamsarlığı, yerini umuda bırakmıştı. Endişeleri nispeten azalmış, moralleri biraz olsun düzelmişti. İzmir’deki bu tablonun aynısı, ertesi gün Elazığ’da yaşandı. Aynı iki genç adam, bu defa yardımcı pilot Murat Ağca’nın Elazığ’da oturan anne babasını ziyaret etti, aynı morali verdi.
Anne babalar, günlerdir ilk kez gülümsüyordu, merak edip sordular.
- Sizi devlet mi gönderdi evladım?
- Hayır teyzeciğim.
- THY’den misiniz?
- Hayır amcacığım.
- Peki kim gönderdi?
YILMAZ ÖZDİL’İN YAZISININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ…