Biz köprüye, asfalta sevinip halay çekemedik; içimizde, yüzümüzde bayram havası da esmedi. Çünkü kaybettiklerimizin acısı hala burnumuzun direğini sızlatıyordu. Çünkü o bombalar bizim içimizde patlamıştı bir bir… O havalimanı var ya, bizim evimizdi, can evimiz. Ekmek paramızın yattığı yer, her gün ayak sürdüğümüz, binlerce konuğu sevenlerinden ayırıp yine sevenlerine, işine, gücüne kavuşurken rehberlik ettiğimiz...
O bombanın patladığı yer var ya, hani üst kattaki, bizlerin valizine doldurduğu hasretlerini mesai arkadaşlarımıza teslim ettiğimiz yer... Belki de oracıkta hayatını kaybetmiş olan bir arkadaşımıza ‘iyi mesailer’ dilediğimiz yer.
O bombanın patladığı yer var ya, hani alt kattaki, bizlerin çok uzaklardan vatan toprağına adım attığımız, özlemlerimizin bittiği yer...
O gece var ya, hani meclisin yargıyı, Danıştay’ı baştan yarattığı gece, bizler sabaha dek uyku uyumadık.
Aradığımız numaranın ‘ulaşılamıyor’ olma ihtimalinden korktuk! Açılmayan telefonlara, cevaplanmayan mesajlara doldu gözyaşlarımız, acabalarımız... Orada 43 kişi hayatını kaybederken bizler binlerceydik öldük öldük dirildik dünyanın dört bir yanından...
Bizler “iyiyim, hayattayım” demeye utanır olduk... Kimimiz içine kapandı, kimimiz çığlıklar attı. Bizler tanısak da tanımasak da, adı mühim değil, ha Ayşe ha Ahmet mesai arkadaşlarımızı, kader arkadaşlarımızı kaybettik, yaralarını saramadık. Bayram geliyormuş! Kime ne bazı ailelere bayram hiç gelmeyecek bundan sonra... Bizler yıkılan evimizden içeri girdik daha bir kaç saat sonrasında... Yüreğimiz sımsıcak, tedirgin adımlar, ağlamaklı bakışlarla… Sımsıkı bağlandık yerden gökyüzüne, gökyüzünden yere. Bizden başka kim bizi anlayabilirdi ki? 10 yaşındaki çocuk: "Uçuşa gitme, korkuyorum..." derken babasına, terör amacına ulaşmış, bazıları içinse hayat, çoktan sıradanlaşmıştı...