Türkiye'de havacılık sektöründe "gazeteci" denildiğinde akıllara gelen öncelikli isimdi Sinan Toros... Sektörde çalışmış, özellikle orta yaş kesiminde olup da onu tanımayan yok gibiydi... Hemen herkesle bir anısı vardı... Ortak dostumuz Onur Air Kurumsal İletişim Başkanı Rauf Gerz'in, 5 yıl önce yitirdiğimiz Sinan Toros'u anlattığı yazı Aksi Dergisi'nde yayınlandı:
Sinan
“Babasının oğlu olsa, haberi buldu mu Niccolo Machiavelli yanında dürüst bürokrat kalırdı.”
Yer küre yeni soğumuş, gazetecilik itibarlı meslekti. Becerikliler sokakta haber toplar, beceriksizler merkezde sayfa çizerdi. Yaralı sayısını yanlış yazdığında kovulurdun. Doğal seleksiyon çalışır, andavallar elenirdi.
Muhabir olarak 87 yazında adliye koridorlarından havalimanına terfi ettiğimde onu ilk VIP salonunda diğerlerinin arasında gördüm. Kel kafasının tam ortası bandajlıydı. Arif Baş birkaç gün önce kafasında bira bardağı kırmış, beraber şakalaşıyorlardı. Bandaj taze, dostluk eskiydi.
Ben 20’lerimin başında, o 40’larının sonundaydı. Tirajları yarım milyona yaklaşan iki büyük gazetenin muhabirleriydik. Boynuz olarak kulağı geçme ihtimalime istinaden kısa süre sonra ağır rakip olduk. Aramızda sevgiye yer olmasa da saygı, birbirimizi dikkate alma bakımından önemliydi.
Bazı insanların karakterleriyle ilgilenmesiniz de davranışlarının bir bölümü iyi ya da kötü size ışık olur; öyle bir adamdı. Okyanusumuzun köpek balığı, tarlamızın tırtılı, sokağın azgın kuçusu gibiydi. Onun işiyle olan ilişkisi haber atlamamak için hepimizi diri tutuyordu. Babasının oğlu olsa, haberi buldu mu Niccolo Machiavelli yanında dürüst bürokrat kalırdı.
Onunla mücadele edebilmek için zorladığım performans ivmemin bugünkü süratime bile etkisi vardır. Çalışkan, istihbaratı derin, şansı yaverdi.
Singapurdan rakı kutusunda kaçak getirttiğim illegal polis telsizimden “Uçak pistten çıktı” anonsuyla Usain Bolt’a fark atacak süratle olay yerine itfaiyeyle aynı anda varmıştım. Irak Havayolları pist sonuna batmış, yolcuları tahliye ediyorlardı. Fotoğraflara sırasıyla hepimiz yetiştik. Sadece o yoktu. Tüm yolcu boşaltılıp neredeyse uçak piste çekilmek üzereydi ki biz dönerken kırmızı yüzüyle telaş içinde yetti. İş bitmiş çekecek bir şey kalmamıştı.
“Allah çektirmesin” dedim, en haininden, yanımdan geçerken. “Filmin dibinden iki kare keseriz” diye son vuruşumu yaptım. Avantaj bendeydi ve o mağluptu, tadını çıkartmak insani olmasa da jargondandı. Konuşmadı.
Basın odasında haberi bitirmiştik ki; el altından avantaya bağladığım kuleci dahili telefondan arayıp “Irak uçağı pistten çıktı, yanıyor” diye feryat edince, “Vereceğin istihbaratı s.keyim, bir saat önceydi lan o” diye doğal cevabımı verdim.
Meğer inerken kendi memleketinin uçağını yamulmuş gören ikinci uçağın angut pilotu, önü yerine pistin sonuna bakınca o da altındaki 707 ile bizimkinin yanından kıra döke ne varsa süpürüp uçmuştu tren yoluna kadar. Uçak, tekerlekleri koparıp gövde üzerinde sahil yoluna çıkıp tutuşmuş, bir taksi duramayıp motoruna çarpmıştı. İlk fotoğrafların yanında bizimkilerin TRT’nin “Necefli maşrapa”sı kadar masum kalacağı kesindi.
Aynı deparı tekrar attıktan sonra biraz alev, biraz duman fotoğrafı çekip kös kös odaya dönüyorduk ki “Kopan ön dikme var ya” dedi, sırıtarak parmağıyla uçağı gösterip. Sonrasını söylemesine gerek yoktu, o dikme başta ben hepimize girmişti zaten.
İlk olaydan sonra geri dönmek için bindiği aracın şoförü; “Abi yeminle, inen ikinci Irak uçağına bakıp ‘Şuna da bi bok olsa da elim boş çıkmasam şu aprondan’ diye dua ettiğini kulağımla duydum” demişti birkaç gün sonra. O reddetti tabi. Gözüyle uçak düşüren adam olarak anılmak pek matah bir şey değildi.
Evde sıkılınca iş yerine giden onun gibi adamlar öldüğünde bir kenara türbe yapıp oraya gömmeliler aslında. 2013’de Eyüp Camii’nin musalla taşının önünde imamın sorusuyla haklarımı helal ederken bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki hayatıma etki eden adamların ne kadar az olduğunu da fark etmiştim; ne yazık.
Ölümü hep bir yerlere bağlamak adettendir ya, onu da 40 yıl çalıştığı gazeteden bir gecede kapı önüne koymaları yıpratmıştı bana soran olursa. Aynı gazetede 40 yıl çalışan adam kovulur mu lan, adiler. Onun flaşını koysak sizin sandalyeye, itibarınız önünü ilikler.
Ömrümüzün 14 yılı birbirimizi atlatmaya çalışmakla geçti. Hiç paslaşmadık, hiç yardımlaşmadık. Ben tünelin sonundaki karanlığı görüp klavyeyi, kalemi bırakıp gittiğimde, kendi adıma rekabet edecek o kalitede adam hiç bulamadım bir daha.
Cam kadar renksiz, su muhallebisi kadar tatsız, kifayetsiz insanlar yerine birkaç tane daha Sinan Toros olsaydı hayatımda, şu ara Mars’a altın aramaya gidiyor olabilirdim. İyi ki geçtin lan hayatımdan keltoş. Bir şey daha diyeyim mi, sevmişim seni ben meğer. Hadi nurlar içinde yat ki objektifin diyaframını çok kısmana gerek kalmasın.
RAUF GERZ-Aksi Dergisi