Atatürk Havalimanı’nda Ebola, Mers-CoV gibi virüslere karşı gece gündüz görev yapan bu timin başhekimi Dr. Aykut Yener Kavak, yaptıkları çalışmaları ve müdahaleleri Habertürk Gazetesinden Pınar Erbal’a anlattı:
Sizinki nasıl bir hayat?
Riskli, hızlı, uykusuz...
Nasıl çalışıyorsunuz?
Uçak daha yukarıdayken kaptan “Hasta var” anonsu yapıyor. Kule vasıtasıyla bize bildiriliyor. Uçak açığa alınıyor. Arkadaşlarımız tam donanımlı kıyafetlerle gidiyor.
Nasıl kıyafetler bunlar?
Su geçirmez tulumlarımız var. Vücudumuzun her yeri kapalı, çift eldiven, gözlükler... Astronotvari bir kıyafet...
Sonra?
Sorgulama başlıyor. Hastanın durumu nasıl, riskli ülkelere gitmiş mi, vahşi hayvan tüketimi var mı gibi... Bizim için en önemli bulgulardan biri yüksek ateş. Ama bazen sadece bademciği şiştiği için ateşi çıkan da oluyor. O yüzden tetkikleri iyi yapmak gerek. Şüpheli olduğuna karar verdiğimizde de 112’yi çağırıyoruz. Negatif basınçlı taşınma kabinleri olan tam donanımlı ambulanslar geliyor. İki referans hastanemiz var: Haseki ve Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi... Oraya gönderiliyorlar.
Ama “Marmara Hastanesi yoğun bakımı ebola şüphesi nedeniyle karantinaya alındı” gibi haberler de çıkıyor...
Bu virüsün ortaya çıkma süresi 21 gün. Diyelim gelen yolcunun yolda bir rahatsızlığı yoktu, ama o süreçte bir takım bulgulara rastlandı. O zaman kendine en yakın hastaneye gidiyor tabii.
O zaman ne kadar iyi olsanız da virüsün Türkiye’ye girme riski var...
Ama bu çok düşük bir ihtimal.
Baktığınız kaç hasta pozitif çıktı peki?
Hiçbirinde ebola virüsüne rastlanmadı. Sadece Suudi Arabistan’dan gelen bir işçide MERS-CoV bulunmuştu. O da kontrol altına alındı...
Direkt temas halindeki kabin ekibi ne yapıyor?
O kişiyle sadece bir hostes ilgileniyor. Ve onda da bizdeki gibi tam donanımlı kıyafetler oluyor. Yolcu direkt en arka sıraya alınıyor. Tuvaleti ayrılıyor. Ebola solunum yoluyla geçmediği için çok büyük risk yok. Ama MERS’te var. Uçakta hava akımı her iki sırada bir kendi içinde döner. Dolayısıyla öndeki iki yolcuyu da kaldırıyoruz.
Kesin panik oluyordur...
Muhakkak. Anonsla insanları bilgilendiriyorsunuz. Başka da yapacak bir şey yok. Zaten kapıyı açıp hastaya müdahale ettikten sonra olası bir vaka görünüyorsa herkese yolcu bilgi kartlarını gönderip doldurmalarını istiyoruz.
Ne için o?
“Geldiğiniz bölgede böyle bir hastalık riski var, şüpheli hastamız ın sonucu pozitif de olabilir, çıkmayabilir de. Lütfen iletişim bilgilerinizi paylaşın ki size geri dönüş yapalım, siz de kendi tetkiklerinizi yaptırın” diye... “Ne zamandan beri o bölgedesiniz, herhangi bir semptomunuz var mı, bulaşma süresi yani 21 gün boyunca nerede kalacaksınız?” gibi sorular soruyoruz.
Peki diyelim ebola virüsü taşıyorum. Uçakta söyleyip neden kendimi ispiyonlayayım?
Bu çok yanlış bir mantık. Başka insanların hayatına mal olabilirsiniz.
Ama böyle bir risk de var...
Kabin memurları bunun eğitimini alıyor. Karın ağrısı, öksürüğü, eklem ağrısı, döküntüsü, kusması var mı diye bakılır. Yani sizi biraz halsiz, bitkin, hele de ateşli görürse, siz daha bir şey söylemeden onlar yanınıza geliyor...
Hiç korkunuz yok mu?
Sonuçta birilerinin müdahale etmesi şart. Zaten buraya gelen herkese önce işleyişi anlatıyoruz, sonra da motive ediyoruz. Bir savaş var gibi düşünün; biz de cephedeyiz. Görevimiz de bu. Ne yapalım yani; yemin ettik bir kere, dönemeyiz.
Peki size bulaşma riski?
Anlattım, tam donanımlı ekipmanlayız...
Ama mesela Amerika ve İspanya’da sağlık personeline bulaştı.
Mutlaka ihmal vardır.
Şu sıralar gün içerisinde kaç kere alarm geliyor?
Bazen hiç gelmiyor, bazen aynı gün 4 kere...
Pınar Erbal’ın röportajının devamı için TIKLAYINIZ…