Dış hatların ilginç konuğu
BAYRAM sonrası yurtdışından dönüşte Atatürk Havalimanı’nda bir afiş dikkatimi çekti.
Dış hatlar geliş salonunun en iyi görünen yerlerinden birine, Pera Müzesi’ndeki bir serginin büyük afişi asılmıştı.
Tam anlamıyla Batılı standartlarda hazırlanmış, çok güzel bir afişti.
Oryantalist ressamlarla ilgili bir serginin afişiydi.
Dikkatimi çeken, sergiyi anlatmak için kullanılan tabloydu.
Çünkü, bu tablo, İngiliz casusu Lawrence’in portresiydi.
Tabloya bakarken kafamdaki filmin makaraları geri sarmaya başladı.
* * *
"Lawrence of Arabia", sinema tarihinin en çok iz bırakan filmlerindendir.
"Doktor Jivago", her yıl en az bir kere seyrettiğim filmlerden biridir.
Onun yönetmeninin yaptığı Lawrence of Arabia da öyle bir filmdir.
Ama içindeki Türk karşıtı öğeler nedeniyle uzun yıllar Türkiye’de gösterimi yasaklanmıştı.
Şimdi o tabu yıkıldı ve Türkiye’nin giriş kapısına, Lawrence of Arabia’nın tablosunun asıldığı günlere geldik.
Kendine güvenen medeni ülkelere yakışan işte budur.
* * *
Türkiye tabularını yıkıyor.
Bakın bir zamanların eleştirilemez denilen kurumları artık, Hürriyet gibi, Türk toplumunun hassasiyetlerini çok dikkate alan kurumları tarafından da eleştiriliyor.
Çünkü artık hepimiz inanıyoruz ki, kötü niyete, kasta dayanmayan eleştiri, hem kişiler, hem kurumlar, hem de ülkeler için en yararlı işi yapıyorlar.
Bugün Türk ordusunun başında, buna yürekten inanan bir komutan var.
Geçen gün yaptığı açıklama belki ölçüsünü aşmış bir davranış olarak eleştirilebilir.
Ben de öyle görüyorum.
Ama çok iyi bildiğim bir şey var; bu öfkenin altındaki neden, komutanın eleştiriye bakışından çok, kurumuna yapılan bir haksızlığa karşı duyulan anlık öfkenin ifadesidir.
Ben böyle değerlendiriyorum.
Tanıdığım komutanın, kişiliğinin kalıcı yanına sadık kalacağına da inancım tamdır.
* * *
Türkiye tabularını yıkıyor, ama son zamanlarda başka bir soru aklımıza giderek yerleşiyor.
Ordunun rahatça eleştirilebildiği ülkemizde, eleştirilemeyecek yeni tabular, yeni kaleler mi yaratılmak isteniyor?
Başbakan’ın eleştirilere karşı hoşgörüsüz tavrına, devlet kurumlarının, eleştirel medyanın üzerine insafsızca gönderilmesine, o kurumlara karşı devlet eliyle haksız rekabet ortamının yaratılmasına bakınca, ne yazık ki bu hissiyatım, basit bir öfke olmaktan çıkıp kalıcı bir inanç haline dönüşüyor.
Şunu açıkça söylüyorum:
Türkiye’nin çok partili hayatı döneminde, hiçbir zaman, yandaş olmayan, olmayı reddeden medyanın üzerine bu kadar hınçla, bu kadar adaletsizce gidilmedi.
Ve yine ne yazık ki, medyanın önemli bir bölümünde, hükümet bu kadar güçlü bir "dokunulmaz", bu kadar "tabu" haline dönüştürülmedi.
Önceki gün Herald Tribune Gazetesi’nin ikinci manşeti, Bulgaristan’da devletin mafyalaşmasıyla ilgiliydi.
Avrupa Birliği, verdiği paranın mafyanın eline gitmesi nedeniyle yardımları durdurmaya başlamış.
Çünkü, Avrupa Birliği’nin kurmaya çalıştığı toplum idealinde böyle bir sisteme yer yok.
Dün sabah yabancı haber kanallarında dünya ekonomik kriziyle ilgili haberlere baktım.
Hemen hemen bütün ülkelerde gazetelerin manşetleri ekonomik krizle ilgili.
Time Dergisi’nin son kapağında şöyle bir ifade vardı:
"Londra batıyor."
Baktım, hiçbir ülkenin lideri çıkıp, "Krizi körükleyenler var" diye demeç vermiyor.
Buna cüret dahi edemiyor.
* * *
O haberleri izlerken kendi kendime düşündüm.
Acaba biz, krizleri manşetlere çıkarmayarak ülkemize iyilik mi yapıyoruz yoksa kötülük mü?
Ben de dahil birçok gazeteci, bu fikri samimi olarak paylaşıyor.
Ekonomik krizi manşetlere çıkarmayınca ülkeye iyilik yaptığımıza samimi olarak inanıyoruz.
O yüzden soruyorum.
Acaba böyle yaparak, ülkenin iktidarına da, "Ekonomik krizi görmezden gelirseniz, ekonomi zarar görmez" inancını mı yerleştiriyoruz?
Eğer Atatürk Havalimanı’nın girişindeki Lawrence tablosu, bu ülkede bazı tabuların gerçekten yıkılmaya başladığının işareti ise, sorduğum bu soruyu tartışmanın da zamanı gelmiş demektir.
ERTUĞRUL ÖZKÖK-Hürriyet