“Cam kenarı!”
Bilmem siz de benim gibi takıntılı mısınız bu konuda ama eğer uçak yolculuğu yapacaksam muhakkak cam kenarında oturmak için çırpınırım.
Hani bulanık denizde yüzemeyenler vardır ya, “yüzdüğüm yerin dibini görmeliyim” derler, benimki de biraz ona benziyor aslında. Uçtuğum havayı görmem lazım!
Ben kendimi cam kenarında oturunca güvende hissederken kimileri de benzer konforu koridordaki koltuklarda oturunca yaşar, “bir aksilik olursa önce ben çıkayım” ya da “az daha ayağımı uzatayım” mantığı, bilirsiniz.
Onu da anlamak zor gerçi, uçak düşerken ne yapacaksın koridorda mı koşacaksın arkadaşım?
Durun size beni “Büyük Lufthansa grevi” gazisi yapan yolcuğumu anlatayım da eğlenelim azıcık.
Pazartesi günü birtakım hayırlı işler için ıstanbul’dan Los Angeles’a gitmek üzere yola çıktım. Aslında Lufthansa ile önce Frankfurt’a gidecek, oradan da Los Angeles uçağına binecektim ancak oradaki kardeşler grev yaptığı için uçuşu iptal olanları diğer Avrupa havayollarının uçuşlarına yönlendirdiler, yolcuları mağdur etmediler. Havayolu şirketi ve uçuş saati değişti, o kadar.
Bana da, aynı saatte Los Angeles’a gidecek herkes gibi KLM Hayayolları düştü. Tabii grevden ötürü tüm Lufthansa yolcuları zaten halihazırda dolu olan -ve benim de bineceğim- uçağa yönlendirilince koskoca Boeing 747, minibüse döndü. Pilot kabinden çıkıp “Los Angeles’a bir iki, Los Angeles’a bir iki” diye bağırsa şaşırmazdım yani.
Melike Karakartal’ın yazısının devamı için;
http://www.hurriyet.com.tr/magazin/yazarlar/13888107.asp?yazarid=324&gid=225